Perşembe, Eylül 21, 2006
BENEK (Spot)
Bu da kedimiz Benek. Bir aydır bizimle yaşıyor. Eh! bizimle yaşamaya karar veren birinin soyuna sopuna bi bakalım dedik, açtık internet sayfalarını...Bir sayfadaki resimlere bir de bizim beneğe baktık Karşımıza Mısır soylularından biri çıktı..Soruşturmayı, araştırmayı orada bıraktık. Soyu belki Kleopatra'ya kadar uzanacak, neredeyse.
Biz onu Türkçe adıyla "Benek" olarak çağırırken, bize gelen yabancılar Spot olarak çağırıyorlar. Diyeceğimiz şu ki Mısır kedisi soyundan gelme bir kedimiz var...
Cuma, Eylül 08, 2006
HARNAME
Harname’den
Bir eşek var idi zaif u nizar.
Yük elinden katı şikeste vü zar
(Zayıf, çelimsiz bir bedbin eşek vardı.
alemin yükünü çekmekten bitkindi gayri)
Gah odunda vü gah suda idi
Dünü ü gün kahr ile kisuda idi
(Bazen odun bazen su taşıyordu
Lakin sıkıntıdan çatlıyor,
Her daim kahrediyordu kaderine)
Dudağı sarkmış u düşmüş enek
Yorulur arkasına düşse sinek
(dudakları sarkmış, çenesi düşmüştü ineğin)
kıçına sinek konsa yara zannediyordu,
yani o derece)
arkasından alınsa palanı
sanki it artığıydı kalanı
(yükünü çıkarınca
darası sıfıra tekabül edecekti handiyse he)
Bir gün ıssı eder himayet ana
Yani kim gösterir inayet ana
(Bir gün sahabı eyilik etti ona
ve serbest bırakıp saldı çayırlara
kocaman bayırlara)
aldı palanını vü saldı ota
otlayarak biraz yürüdü öte
(yürüyor eşeğimiz)
gördü otlakta yürür öküzler
odlu gözleri gerlü göğüzler
(ah birde baktı ki eşek, semiz öküz dolu ortalık,
göğüslerini gere gere dolanıyorlar üstelik)
Har-ı miskin eder iken seyran
Kaldı görüp sığırları hayran
(takıldı eşek,
baktı durdu sığırlara mel mel)
ne yular derdi ne gam-ı palan
ne yük altında hasta vü nalan
(öküzlere hasta olan eşek,
amanin dedi:
ne yük ne de yular dertleri var bu deyyusların)
acebe kalır ü tekeffür eder
kendi ahvalini tasavvur eder
(şaşırıp kendi halini düşündü eşek tabii,
allahın öküzüne bak, dedi içinden)
ki biriz bunlarınla hilkatte
elde ayakda şeki ü suretde
(hem bende de aynı kol-bacaktan var ne yani,
vay öküz oğlu öküzler diye sitem etti)
var idi bir eşek ferasetli
hem ulu yollu hem kiyasetli
(hadiseye muhteşem bir eşek
duhul oldu bu esnada)
ol ulu katına bu miskin har
vardı yüz sürdü dedi ey server
(bizim eşeğin de aklına geldi bu bilge eşek,
hemen davrandı, akıl almak için süründü bilgeye)
sen eşeksin ne şek hakim-i ecell
müşkülüm var keremden itgil hall
(dedi ki: sen müthiş, fevkelade bir eşeksin
anlatmaya kelime bulamıyorum yani,
n’olur derdime bir çare bul eşekzadem)
bugün otlakta gördüm öküzler
gerüben yürür idi göğüzler
yok mudur gökde bizim ıldızımız
k’olmadı yeryüzünde boynuzumuz
(anlattı uzun uzun
öküzlerin gergin vücut ölçülerini;
akabinde de: yok mudur bizim
gökde zodyak’a bağlı burcumuz,
da olmadı yerde bir cilalı boynuzumuz,
diye ağlandı bizimki)
böyle verdi cevabı pir eşek
k’iy bela bendine esir eşek
(bilge eşek şöyle bir gerindi ve
dedi ki: ey belasını bulmuş eşek)
dün ü gün arpa buğday işlerler
anı otlayıp anı dişlerler
(o dandik öküzler, hergün arpayla,
buğdayla oynaşıyorlar,
bön bön trenin icad edilmesini bekliyorlar,
başka bir olayları yok,
a benim beyni düdük yeğenim,
manyadın mı sen ayol)
bizim ulu işimiz odundur
od uran içimize o dündur
( hem bizim odun işinde
acayip para var angut eşek,
hele sen bir gör,
şu iki-üç yıl içinde patlayacak odun piyasası,
ey deli eşek, hadi de get bozma kafamı,
diyerek de bitirdi bilge eşek)
döndü yüz derd ile zaif eşek
(e anladınız herhalde:
eşeğimiz ziyadesiyle mahzun)
varayın ben de buğday işleyeyin
anda yayılıp anda kışlayayın
(bizim eşeğin aklı hala buğdayda, arpada,
konuşup durdu kendi kendine)
gezerek gördü bir göğermiş ekin
sanki dutardı ol ekin ile kin
(bu arada gezerken serpilmiş güzel ekinleri gçrdü,
gördükçe dellendi,
hırsından çatlayacak gibi oldu tabii)
eyle dedi gök ekini terle
ki gören der zihi kara tarla
(ekinlere öyle bir daldı ki bizim haset eşek,
hepsini anında hacamat ederek yedi,
oh üstümüze afiyet)
başladı urlayıp çağırmaya
anub ağır yükün anırmağa
(taşidiği yükleri hatırlayarak ilendi geçmişine ,
bas bas bağırdı olduğu yerde)
çıkarır har çün enkerü’l-esvat
ekin ıssına arz olur arasat
(en bet sesiyle çağırırken eşek,
mal sahıbı da hadiseyi çakozladı elbet)
ağaç elinde azm-ı rah etdi
(elinde sopa yola çıktı sahip,
tarumar olmuş tarlasını görür görmez
çok pis bedbaht oldu tabii;
ilençle ver yansın etti:
vay seni gidi oğlu gidi,
gayrısina soktuğumun müsibet hayveni)
daneden gördü yeri pak olmuş
gök ekinliği kara hak olmuş
yüreği soğumadı söğmeğ ile
olımadı eşeği döğmeğ ile
(sahip, önce eşeğe ana –avrat dümdüz gitti,
lakin kesmedi tabi bu kadarı sahibi,
odununan da bir güzel benzetti bizim akılsız eşeği,
eşek sudan gelinceye değin dövdü bir güzel,
eh dövülen eşek olduğu içün de, eşek suya hiç gidemedi,
e gidemeyince dönemedi de bittabi, ah ah)
bıçağını çekdi kodi ayruğunu
kesdi kulağını vü kuyruğunu
(yine hıncını alamadı elbet sahip
bıçağınan kesdi eşeğin kuyruğunu, kulağını)
kaçar eşek acıyarak canı
dökülüp yaşı yerine kanı
(e malumunuz)
uğrayu geldi pir eşek na-gah
sordı halini kıldı derd ile ah
(o anda bilge eşek damladı ortama,
ve sordu:
n’oldu sana böyle a benim eşek yiğenim)
batıl isteyü hakdan ayrıldım
(bizim eşek zırladı vor vor; ve:
istedim hakkım olmayan bir muz,
kulaktan oldum takacakken bir çift boynuz,
diyerek anırdı uzun uzun…
Bu şiir internetteki Ekşi Sözlük adlı siteden alınmıştır. Çeviri: Atlantisten gelen zekiye
Datça'dan bir eşek masalı
FİLOZOF EŞEK
Yazan: Nihat Akkaraca
BİLGE EŞEK
Datça Yarımadası’ndaki eşeklerin en akıllısıydı. En yaşlısı ve tecrübelisi de oydu. Eşeklerin çoğu onu yakından tanırlardı. Her gün sahibini sırtına bindirir, Goru’daki evden taa Gızılcaöğün’e giderler, akşama doğru bi’ yük odunla eve gelirlerdi. Eşek, gerçekten çok akıllı olduğundan, sahibi onu o kadar çok severdi ki, yıllardan beri aralarında en ufak bir anlaşmazlık çıkmamıştı. Adamın bütün hayatı eşeğiyle geçtiğinden zamanla eşeğin dilinden anlamaya başlamıştı.
Bir gün sırtında odun, arkasında yaşlı sahibi Osman, Kamança Deresi’nden Gargı’ya inip Arap Memed’in evinin yanına geldiklerinde, kulakları sağır eden eşek anırtıları ve nal sesleri duydular. Sesler, deniz kenarındaki Petro Tarlası’ndan geliyordu. Durup dikkatle baktıklarında tarlaya doluşmuş altmış kadar eşek gördüler. Eşek anırtılarına iyice kulak veren Bilge Eşek, hem cinslerinin bir bayram hazırlığı içinde olduklarını anladı. ve anladıklarını Osman’a hemen tercüme etti.
Osman:
“Allah Allah! Ne bayramıymış bu? Doğrusu merak ettim.” dedi
“Ben de anlamak isterim bizim bu eşşeoğlueşşekler neyi kutluyorlar acaba? Şunların yanına kadar gitsek de bi sorsak.” deyince:
“Tamam!” dedi Osman. “ hadi gel, şunlara bi bakalım, öğrenelim maksatlarını.” .
“Bardak Fırının yanından deniz kenarına indiler, çakıllara bata çıka ilerleyip Petro Tarlasına girdilerinde, ikisi de gördüklerine inanamadılar. O güzelim pamuk ve susam tarlasının durumu içler acısdıydı. Dizboyu yükselmiş olan pamuk ve susam bitkileri, çifte atarak tarlada koşturan eşşeklerin ayakları altında yastık gibi yerlere yatmış, henüz olgunlaşmamış karpuz ve kavunlar parçalanıp etrafa saçılmış, ayakta yalnız mübadeleden önce, Petro zamanında dikilmiş olan portakal, mandalin ve turunç ağaçları kalmış. Eşeklerin bazısı sırtlarındaki semerleri yere atmış çifte atarak sağa sola koşuyor, bazısı kafalarını ileri uzatmış anırarak bayramlarını dağdaki eşekler duyurmaya çalışıyor, bazıları da bir araya gelmiş ayakta sohbet etmekteydi.
Bilge Eşek’i gören eşeklerden bir kaçı, sırtında odunla bile ayramımızı kutlamaya gelen soydaşımız var diye çok sevindiler. Koşarak gelip “Hoş geldin” anırtılarıyla karşıladılar Bilge eşeği. Bilge Eşek; onu karşılayanlarla kısa bir sohbet ettikten sonra, Osman’a tercüme etti konuştuklarını:
“Yıllardır Datça’daki eşeklere semer yapan Semerci Mahmut dün ölmüş. O ölünce artık semer yapan olmayacak, semer olmayınca da bizim bu eşşekler yük taşımaktan kurtulacaklarmış. Bugünü bayram ilan etmeleri bu yüzdenmiş. Ben bu zavallı soydaşlarımdan utanç duyuyorum doğrusu. Kafaları hiç çalışmıyor…İzin ver de ben şu aptallara şurada kısaca bi’ konuşma yapayım. Kutlayacakları bu aptalca bayramdan belki vazgeçiririz, dedi
Bizim bilge eşek, sırtındaki odun yüküyle, deniz kenarındaki terkedilmiş Petro Evi’ne doğru yürüdü, evin tarla tarafına yapılmış olan yarım metre yüksekliğindeki avlu duvarına ön ayaklarını koyarak yükseldi. Kürsüye çıkmış, nutuk atmaya hazırlanan bir politikacı gibi dinleyenleri gözden geçirdi ve en yüksek sesiyle anırmaya başladı. Bu anırmanın Türkçesi şöyleydi:
“Beni dinleyin aptal soydaşlarım! Semerci Mahmut öldü diye sevinip kutlamak istediğiniz bu bayramdan vazgeçin. Aksine, yas tutun, yas!” Yüksek perdeden bu anırtı hepsinin dikkatini Akıllı Eşek’e çekmeye yetmişti. Bütün eşekler susmuş, dikkatle onu dinlerken, başka bir anırtı duyuldu:
“Sen kendini akıllı mı sanıyorsun, ihtiyar? Bak hala sırtında odunla dolaşmakta ve konuşmanı bile sırtında odunla yapmaktasın. Sende akıl olsa çoktan o yükten kurtulurdun.” diyerek akıllı eşeğe verip veriştirmeye başladı. –Bu eşşek herhalde kutlamayı tertip komitesindendi- Eşeğin konuşmasını hepsi anırarak alkışladılar. Anırtı, Kargı koyunun yamaçlarında, Gökdere ve Kamança boğazında yankılandı.
Onu sabırla dinleyen Bilge Eşek tekrar söz aldı:
“Evet, sırtımda odunla dolaşıyorum ve bu yükle sizleri uyarıyorum. Neden? Çünkü sırtımdaki semer öyle ustaca yapılmış ki, sırtıma öyle güzel oturuyor ki, yükümü iki katına çıkarsalar da, size bir saat daha nutuk çekebilirim burada. Sırtımdaki bu mükemmel semer, öldü diye sevindiğiniz semerci Mahmut Usta tarafından yapılmıştı. Bundan sonra olacakları ben size söyleyeyim: Zannediyor musunuz ki, Semerci Mahmut öldü diye sahipleriniz size semer yaptırmayacak? Şaşarım aklınıza! Hem de semerleri kim yapacak biliyor musunuz? Ben, üzerimde dolaşan “yavsılar[1]” kadar eminim ki, bundan böyle semerlerimizi, başka semerci olmadığından, Semerci Mahmut’un acemi çırağı Kör Sadullah yapacak. Zaten bir gözünü geçen yıl semer yaparken kaybetti. Yaptığı beş on kadar semeri hangi soydaşımız kullandıysa sırtları iki günde yahır[2] oldu. Çünkü semerin çulunu kaşa bağlarken attığı düğümleri keçenin içinde değil dışında bırakmıştı. Ne kaş yapmasın, ne keçe dikmesini, ne sırtımızın ölçüsünü almasını bilir, ne karın kolanından anlar ne paldumdan. Yaptığı semerler sırtlarımızda yara açınca arayacaksınız rahmetli Mahmut Usta’yı. Dua edin şu anda sırtınızda taşımakta olduğunuz semerler eskimesin. Bakın bazılarınız semerini yere atmış. Onları hemen alın, temizleyip sırtlarınıza bağlayın. Yoksa en yakın zamanda Kör Sadullah semer yapmaya başlayacak, usta oluncaya kadar onun yaptığı semerler sırtlarımıza iyi oturmayacak, keçenin dışında bıraktığı düğümler sırtımızda yaralar açacak, semer sırtımızda dandirik duracağından yükler devrilip belimizi zedeleyecek. Anladınız mı şimdi bu kutlamanın aptalca olduğunu? Semerci Mahmut öldü diye bayram yapacağınıza, yasını tutun. Şunu da unutmayın: Gelen gideni arattırır…”
Tarladaki bütün eşekler kulaklarını dikmiş, bakışlarını akıllı eşeğe doğru çevirmiş, dikkatle onu dinlemekteydiler. Konuşma bitince bir müddet sessizliğe gömüldü Gargı Koyu. Belli ki eşekler söylenenleri hemen algılayamamışlardı. Kısa süren bir sessizliktren sonra eşekler arasında bir kaynaşma başladı. Sırtlarındaki semerleri yere atmış olan eşekler, semerlerindeki çamurları ayakları ve kocaman dudaklarıyla temizlemeye başladılar. Belli ki, akıllı eşeğin dediklerini anlamaya başlamışlardı. Diğerleri de sessizliği bozup akıllı eşeği en yüksek perdeden anırtılarla, müthiş bir şekilde alkışladılar. Bu alkış, kutlama komitesindeki eşeğin alkışlanmasından on kat daha gürültülüydü. Neredeyse on mil ötede Sömbeki Adası’ındaki Rum eşekleri bile alkış sesini duymuş olmalılardı. Kutlama eylemi durmuş, bütün eşekler sakinleşmişti. Olanları dikkatle izleyen Oduncu Osman’ın yanaklarına doğru birkaç damla yaş süzüldü.. Böyle bilgili bir eşeğe sahip olması onu çok duygulandırmıştı. Osman, gözlerinde yaş, ayakta çakılmış kalmış, ne yapacağını ne diyeceğini bilemez durumdayken, eşeğinin gür sesiyle irkildi:
“Haydi iyi kalpli sahibim ve yoldaşım, yolumuza devam edelim, geç kalıyoruz. Biz görevimizi yaptık. Umarım büyük bir yanlışlığı da önledik. Buraya gelmeme izin verdiğin için sağol. “
“Eve varınca yarım kile arpayı hak ettin.” dedi Osman.
“Sağol, saman da olsa olur ama, biraz arpaya hayır diyemem.” diyerek Goru’daki evlerine bir an evvel varabilmek için, Osman arkada eşek önde, Mendelle Yokuşu’nu yorgun argın tırmanırlarken bilge eşek, sahibine anlatıyordu:
“Ben henüz küçük bir sıpa iken rahmetli dedem anlatmıştı. Bizim bu aptal soydaşlarımız yıllar önce de böyle bir eşşeklik yapmışlar. Anlatmamı ister misin?” dediğinde, Oduncu Osman:
“Tabii anlat, dinlerim. Daha bi sigara içimi yolumuz va önümüzde.” dedi.
Eşek anlatmaya başladığında Mendelle yokuşunu bitirmişler, Goru’daki eve yaklaşmışlardı. Bir soru sorarak anlatmaya başladı:
“Sen hiç düşündün mü, neden erkek eşekler bir eşek dışkısı gördüklerinde mutlaka burunlarıyla onu deşer parçalarlar ve dağıtırlar?”
“Erkek eşeklerin eşek pisliği gördüğünde onu burnuyla dağıttıklarına tanık oldum ama, neden öyle yaptıklarını hiç düşünmedim doğrusu,” diye cevapladı eşeğini Osman.
Eşek anlatmaya devam etti:
“Bizim geçmişimiz seni ilgilendirmediğinden, bunu bilmemen doğal. Ben dedemden dinlediklerimden aklımda kalanları anlatayım:
Yıllar önce, yük taşımaktan bıkıp usanan eşekler örgütlenerek insanlara başkaldırmak istemişler. Böyle bir karar almak için toplandıklarında içlerinden birisi demiş ki:
‘Arkadaşlar! İsterseniz eyleme kalkışmadan önce ülkenin kralına ülkenin bir dilekçeyle başvuralım, durumumuzu anlatalım. Eğer dilekçeye olumlu yanıt alamazsak eylemi o zaman başlatırız.’
Bu öneri büyük bir çoğunluıkla kabul edilmiş. Okuma yazma bilen akıllı bir eşeğe uzun bir dilekçe yazdırmışlar. Dilekçede, bazı insanların onları nasıl hor kullandıklarını, sırtlarına sardıkları ağır yük yetmezmiş gibi, yükün üstüne bir de kendilerinin oturduğunu, ağırlığı taşıyamaz hale gelip yola yığıldıklarında sahiplerinden masıl dayak yediklerini ve belli bir yaşa geldiklerinde, semersiz çulsuz, dağlara bırakıldıklarını bir bir anlatmış, insanların acımasızlığını vurgulamışlar. sonra eklemişler; bütün bunlar bir yana, iyilikten anlamazlar. Bir iki aylıkken anasız kalan bebeklere, ana sütüne en yakın süt diye bizim sütümüzü içirdiklerini,i huylu olsun diye, bizim dilimizi kesip kötü huylu kocalara yedirdiklerini, bütün bunlara karşın kadir kıymet bilmediklerini bir bir anlatmışlar dilekçede… Sonunda da ‘Bizi bunlardan kurtarın, yoksa biz başımızın çaresine bakacağız gibi’ bir tehditle dilekçeyi noktalamışlar.
Bu dilekçeyi krallarına ulaştıracak genç bir erkek eşek seçmişler. Genç eşeğin yolu çok uzun olduğundan, yola çıkmadan önce karnını iyice doyursun diye akşamdan bir samanlığa bırakmışlar. Samanlıktaki bol saman ve arpayla kendinden geçen eşek, semerinin altına sıkıştırılmış dilekçeyi kaybettiğini sabah anlamış. Ahırdaki samanları saatlerce karıştırmış, dilekçeyi bulamamış. Sabah erkenden onu yolcu etmek için samanlığa gelen diğer eşekler durumu öğrendiklerinde, dilekçeyi samanla birlikte yemiş olabileceğini düşünerek, eşeğin o gece yaptığı dışkıları burunlarıyla deşerek aramaya başlamışlar. O gün bu gündür benim aptal soydaşlarım gördükleri her eşek dışkısının içinde o dilekçeyi arar dururlar. Valla, ben bunların bu durumlarını gördükçe eşekliğimden utanıyorum.”
Akıllı eşek lafını bitirdiğinde evin avlu kapısından içeri girmişlerdi. Bilge Eşek, yükünden kurtulduğu her günkü yerde, avlunun ortasında durdu. Osman, odunları indirmeden önce eşeğin önüne geçerek onu iki kulağı arasından öptü:
“Sen ne bilgili eşekmişsin yahu, yaşlandıkça filozof oluyorsun.” diyerek iltifat eti.. Bu iltifattan hoşlanan eşek, alçak gönüllüğünü göstermek için:
“Fazla abartma Osman, bu kadar aptal eşeğin içinde filozof geçinmek zor olmasa gerek,” dedi.
Onlar avluya girerken ayak seslerini duyup odunların indirilmesine yardıma gelen karısı Fatma, kocasını eşeği öperken görmüştü:
“Bizim uzun kulakla aranızdaki muhabbete hayranım doğrusu. diye takılınca, kocası:
-“Bu öpücük sevgiden öte, bilgiye olan saygımdan. Sana biraz sonra anlatırım olup bitenleri.” dedi.
Bu arada ikisi de odun yükünün birer tarafına geçip urganın ilmeğini çözmüşlerdi. Osman, bir, iki,üç deyince ilmekler aynı anda çekildi ve odunlar aynı anda yere yığıldı. Eşek derin bir nefes aldıktan sonra burnundan çıkardığı “furrrkk, furrrk” sesleriyle hakettiği arpayı hatırlattı sahibine. Oduncu Osman akşam yemeğinde o gün olanları karısına anlatırken, eşeği de ahırında, kafasına asılmış torbadan arpasını yemekteydi. Karınlar doyurulduktan sonra erkenden yatılıp dinlenilecek. Çünkü; her günkü gibi ertesi sabah, şafakla yola çıkılacak, Kamança Deresi’nden tırmanılıp Gızılcaöğn’e oduna gidilecekti…
[1] At ve eşekler in üstünde yaşayan bir tür sinek. At sineği.
[2] At ve eşeklerin sırtında açılan yara.
*Yahır: Eşek ve atların bedeninde oluşan yara (Datca ağzı)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)