Cuma, Kasım 16, 2007

DURUM

İçimden gelmiyor… Yazmak, çizmek, konuşmak, duyurmak… Tam başlayacak oluyorsun, kafana tak ediyor dinlediklerin, okudukların, gördüklerin. O zaman, “şimdi sırası mı yazmanın, çizmenin?” diye düşünmeye başlıyor, yazmaktan vazgeçiyorsun. ülkemde ortalık tozun dumanın içinde. Kuzey Irak sınırında olanları dinlemişsin, duymuşsın ki Trakya’yı sel götürüyor… TV kanallarından birinde durmadan konuşuluyor, Marmara Denizi’ndeki faylardan gazlar çıkıyormuş, her an deprem olabilir miymiş? Aslında, “Böyle bir memleket olabilir mi?” diye sorasım geliyor. Ne var ki, Irak’tan iyiyiz.
Allahtan burada sürekli bir eylem içindeyiz. Araştırmalar, edebiyat toplantıları, çevre toplantıları, gelen giden misafirlerle yemekler, oyalanıyoruz. Akşam eve gelip TV haberlerini dinleyince dünyamız kararıyor.
Dünkü Edebiyat toplantısındaki gündem felsefeydi. Bir felsefe öğretmeni arkadaş bize uzun uzun felsefeyi anlattı. Gecenin yarısına kadar sürdü toplantı. O mutluluk eve gelene kadardı. Evde ya TV açılıyor, ya da eline bir gazete geçiyor, tekrar başlıyor dünyan kararmaya.

Bütün bunları buraya yazıp sizin de içinizi ben karartıyorum ama, ne yapayım, ben de içimi bu bloğa dökmeyi istedim.
Yarın Fethiye Anadolu Lisesi öğrencileri gelecek. Datça'daki öğrenci arkadaşlarını ziyaret edecekler. Biz de onlarla olacağız. İki günü de öyle kurtarırız. Pazartesi günü ne çıkar bilinmez.

MARGARET ATWOOD'dan kısa bir öykü

GERTRUDE'UN CEVABI


Margaret Atwood

Sana Hamlet ismini vermenin hata olduğunu düşünmüşümdür hep. Demek istediğim, hiç küçük bir çocuğa yakışan bir isim mi bu?. Babanın fikriydi. İlla ki kendi ismini vermek istedi sana. Bencil. Okuldaki çocuklar seninle öldüresiye dalga geçerlerdi. Ah o takma isimler, ah o korkunç “domuz” şakaları!
Ben sana George ismini vermek istemiştim.
Ben ellerimi ovuşturmuyorum, tırnaklarımı kurutuyorum.
Hayatım, lütfen aynamla oynamayı bırak. Bunu da kırarsan üç olacak.
Evet, o resimleri gördüm, çok teşekkür ederim.
Babanın Cladius’tan daha yakışıklı olduğunu ben de biliyorum. Geniş bir alın, kemerli bir burun, vesaire; üniformasının içinde de muhteşem görünürdü. Ama fiziki güzellik her şey demek değildir, özellikle de erkeklerde. Ben ölünün arkasından konuşmayı hiç sevmem ama, babanın pek de eğlenceli bir adam olmadığını sana söylemenin zamanı geldi artık. Asildi elbette, hakkını vermek lazım. Cladius ise arada sırada içki içmekten hoşlanır. Güzel bir yemeğin tadına varmayı bilir. Gülmeyi de sever, ne demek istediğimi anlıyormusun? Sırf senden daha kutsal bir ilke- ya da işte öyle bir şey-buyuruyor diye kendini kasıp parmak uçlarının üzerinde etrafta dolanmak zorunda değilsin.
Bu arada hayatım, üvey babana et yığını kral demesen keşke. Hafif bir kilo problemi var ve sen böyle deyince üzülüyor.
Ne dedin, nasıl bir yatağım varmış benim? Yatağım kesinlikle yağlı ve ter kokularına batmış bir yatak değildir. Gübre yığınına da hiç benzemez! Gerçi seni ilgilendirmez ama yine de söyliyeyim, ben haftada iki kere değiştiriyorum o çarşafları. Wittenberg’deki domuz ahırına benzeyen öğrenci yurdunda gördüklerimden senin o kadarını da yapmadığın anlaşılıyor. Bir daha önceden haber vermeden seni asla ziyaret etmiyeceğim orada! Üstelik eve getirdiğin o kirli çamaşırları da görüyorum, ki çamaşırlarını da yeterince sıklıkla getirmiyorsun, ancak siyah çoraplarının hepsi kirlenince…
Ve sana şunu da söylememe izin ver; o anlarda herkes biraz terler canım. Eğer bir deneseydin bunu kendin de anlardın. Gerçek bir kız arkadaşın sana çok faydası olurdu. O uçuk benizli kız varya, adı her neyse, hani şu sakın bana dokunmayın diyen korseleri içinde tavuk gibi bağlanmış duran kız… Bana soracak olursan, o kızda bir tuhaflık var. Sınırda gibi. En ufak bir şokta aşağı yuvarlanabilir.
Git de kendine ayakları yere basan birisini bul. Samanlıkta şöyle bir yuvarlanın. Bakalım. Ancak ondan sonra bana gelip gübre yığını neymiş söyleyebilirsin.
Hayır hayatım, sana kızgın değilim. Ama bazen çok ukala olduğunu söylemem lazım. Tıpkı baban gibisin. Et derdi o da.
Köpek pisliğinden söz ettiğini sanırdın. Bunu genç bir insan söylemiş olsa, hadi anlaşılabilir, gençler her zaman çok hoşgörüsüz oluyorlar çünkü, ama onun yaşında biri öyle davrandığında, nasıl desem, katlanmak iyice zorlaşmıştı. Durumu bundan da hafif anlatamam artık…
Bazen tek çocuk olmasaydın ikimiz için de daha iyi olurdu diye düşünüyorum. Ama bunun için kime teşekkür etmen gerektiğinin farkındasın tabii. Nelere katlanmak zorunda kaldığımı hiç bilmiyorsun. Canım biraz istediğinde, neden söz ettiğimi anlıyorsun herhalde, hani sadece yaşlı kemiklerimi biraz ısıtmak için, sanki cinayet işleyelim demişim gibi davranırdı bana.
Ne! Sen ne diyorsun! Babanı Claidus’un öldürdüğünü mü zannediyorsun? Yemek masasında ona çok kaba davranmana şaşmamalı!
Eğer böyle düşündüğünü bilseydim, seni çoktan düzlüğe çıkarırdım…
Babanı öldüren Cladius değildi, hayatım.
Bendim.