Çarşamba, Şubat 27, 2008

En Kısa Öykü

“Satılık: Bebek patikleri. Hiç giyilmemiş.” Çok kısa anlatılmış, çok uzun bir öykü. Elif’in bloğunda okuyunca, öğretmen arkadaşımın ilginç anlatısını hatırladım.
Türkçe öğretmeni dördüncü sınıfa girdi, bütün çocuklar ayağa kalktı. “Oturun!” dedi ve derse başladı.
-Herkes defterini çıkarsın!
Çocuklar defter ve kalemlerini çıkarırken öğretmen, tahtaya geldi, tebeşiri eline aldı, yazdı:
Ders: Türkçe kompozisyon
Konu: Herkes babasının dün ne yaptığını yazarak anlatacak.
Havaya birkaç el kalktı. Öğretmen, “ne var?” anlamına kafasını iyice kaldırıp onlara bakınca cevapladılar:
-Benim babam yok… Benim de… Benim de…
-Babası olmayanlar, annelerini yazabilirler, dedi öğretmen.
. Hepsi önlerindeki kağıtlara eğildiler. Sınıfta çıt yoktu. Öğretmen sıraların arasında dolaşarak bekliyordu sonucu.
Bütün yüzler kendisine çevrilince anladı yazmayı bitirdiklerini.
Öğrencilerden biri topladı yazıları ve masasına bıraktı.
Zil çalmadan kağıtlara şöyle bir göz atmak istedi öğretmen. İyi kötü, herkes bi şeyler yazmıştı. Yazılanlara göre bazı baba oduna gitmiş, bazısı bahçenin yıkılmış olan duvarını yapmış, diğeri kahveye gitmiş, gelmiş gene gitmiş, bunun gibi şeyleri anlatıyordu yazılar. Elinde tuttuğu kağıdı göstererek: “Bu bir satırlık yazı kimin? Adını söyletmeden kendisi çıksın şuraya.” dediğinde kimseden ses çıkmadı. Öğretmen kağıttan okudu yazının sahibinin adını:
-Murat! Gel buraya. Bu ne biçim kompozisyon yazmak? Tek satırlık kompozisyon olur mu?
Murat sıkılarak cevapladı öğretmeni:
-Hocam, babam dün yalnız o yazılanı yaptı. Başka bişey yapmadı.
-Oku bakalım yüksek sesle arkadaşlarına, baban ne yapmış?
Murat okudu:
-Babam dün ata bindi, Reşadiye’ye gitti…
Sınıfta gülüşmeler duyuldu.
-Şimdi herkes teneffüsdeyken sen sınıfta oturacaksın ve en az bir sayfa yazıyla anlatacaksın babanın dün ne yaptığını, dedi öğretmen.
Teneffüs sonunda ancak bitirmişti yazıyı Murat. Çocuklar sınıfa doluşurken götürdü verdi yazdıklarını öğretmenine. Murat’ın kağıdını okumaya başladığında ağzı açık kaldı öğretmenin…
“Babam dün sabahleyin kalktı, çorbasını içti, bizim rahvan ata bindi Reşadiye’ye gitmek üzere yola çıktı, atın nallarının çıkardığı sesten başka ses yoktu etrafta; taka, taka tak… Taka, taka, tak… Taka, taka, tak… Taka, taka, tak…” koca sayfa böylece dolmuş, sadece son satırda, “babam henüz Reşadiye’ye varmadı, son…” diye yazmış Murat..

Salı, Şubat 26, 2008

PAZARLIK

Sina Dağı (Resim internetten alındı.)


Şu sıralar fırsat buldukça Nikos Kazancakis’in “El Greko’ya Mektuplar” isimli kitabını okuyorum. Kitabın 306.ncı sayfasındaki birkaç paragraftan alıntı yaptım. Sina dağında bir manastırı ziyaret ederken gördüklerini anlatıyor..



“Yukarıdan günlük nevalelerini atmalarını bekliyorlar: Her erkek için üç küçük yuvarlak ekmek, her kadın ve çocuk için de ikişer ekmek… Yasa, kendilerinin almalarını emrediyor, saatlerce uzaktaki çadırlarından yola çıkıyorlar; ama bu ekmekçikler açlıklarını gideremiyor; çekirge topluyor, kurutup öğütüyor ve yoğurarak ekmek yapıyorlar.

Ben, gurbetteki bu kardeşlere heyecanla bakıyorum; yüzyıllardan beri, bu Bizans duvarlarının çevresinde dolanıyorlar, kendilerine bu kepekli küçük ekmekler atılıyor; manastırları ürküterek yaşıyor ve ölüyorlar. Tıpkı Lothor zamanında olduğu gibi, bugün de koyunları yalnız kızlar otlatıyor; kimse onlara dokunmuyor. İki genç seviştiği zaman, gizlice kaçıp geceleyin dağlara çıkıyor; delikanlı flütünü çalıyor, kız şarkı söylüyor, ama birbirlerine asla dokunmuyorlar. Delikanlı kızı satın almak için dağdan iner, kayınpederin çadırı önüne oturur; kız da gelir, delikanlı bornozunu üzerine atar; delikanlının babası da yetişir; şeyh de gelir. İki dünür bir hurma yaprağını tutup çeker ve bölüşürler; kızın babası şöyle der:
-Kızım için bin lira istiyorum!
Şeyh:
-Bin lira, der; senin kızın iki bin lira eder gerçi, damat da vermek ister, ama hatırım için beş yüzünü bağışla ona…
kayınpeder cevap verir:
-Senin için şeyh, beş yüzünü bağışlıyorum.
O zaman yavaş yavaş gelmiş olan diğer akrabalar ayağa kalkar ve çadırda bağdaş kurarlar:
-Benim hatırım için yüz lira daha bağışla…
Öbürü de:
-Yüz daha…
Bir liraya ininceye kadar…
O sırada köşede mısır öğüten kadınlar bağırmaya başlarlar:
-Lu… lu… lu… lu…
kayınpeder ayağa kalkar:
-Un öğüten kadınlar için, der; kızımı yarım liraya veriyorum.
Düğün gecesi yer, içer, neleri varsa harcarlar.
Ve çölün gelenekleri, binlerce yıldan beri, böylece değişmeksizin yaşayıp gider…”

Cuma, Şubat 22, 2008

HAYITBÜKÜ'NDE SABAH

Hayıtbükü, günün ilk ışıklarıyla buluşuyor...

Çarşamba, Şubat 20, 2008

İKİ BÜK, BİR DAĞ

Denizi yastık yapmış uyuyor mu, yoksa sırtüstü yüzmeye mi çalışıyor?

Pazartesi, Şubat 18, 2008

Bu son


İlkbahar, gelinliklerini giymiş yavaş yavaş geliyor.

Bugün köyleri dolaşırken gördüm ve çektim. Bir hafta önce bloğa koyduğum resimler için "The End" demiştim, ama dayanamadım. Bu resimlerle son diyeceğim. Payamlar sanki tarlanın üstüne ay-yıldız düşürmek istercesine coşmuşlar...





"Her Yerde Kar Var" bizde payam çiçeği. Bu çiçek bolluğunda bal arıları kovanlarına hapsolmuşlar, çıkmıyorlar. Üşütmekten korkuyorlarmış.
Arıcılar üzgün, arılar çiçekten faydalanamıyor diye.






Cumartesi, Şubat 16, 2008

ŞİİR

Reçete

Ali Yüce

Sevgide
Bütün vitaminler vardır
Sevgiler yaz reçeteme
Sevdalar yaz doktor
İyi yaz güzel yaz çok yaz
Bir sevda bana az doktor

Emekli Avni Beye
Ağrı kesici olarak
Gülme hapı yazdı doktor
Sabah öğle akşam
Aç karna alacaksın dedi
Baş üstüne ama doktor
Aç karna gülünmez ki

Perşembe, Şubat 14, 2008

HAYDİ GELİN, BİR ŞİİR OKUYALIM



YOLKESEN

Asarcıklı Ozan
Ali Yüce

İzmir’e gittiniz mi hiç
Salihli’den geçerken
Bağlar yolunuzu kesti mi?
Asma gibi kızlarla
Kız gibi asmalar
Halay çekerken kolkola
Annelerinden izin alıp
Katıldınız mı aralarına?

İzmir’e gittiniz mi hiç
Turgutlu’dan geçerken
Çiçekler yolunuzu kesti mi?
Göz göze geldiniz mi doğayla
Dargındınız küskündünüz barıştınız mı?
Başınızda kavak yeleri esti mi?
Saç sakal ağardıktan sonra?

İzmir’e gittinizse eğer
Aylardan mayıs olmalı
Günlerden Gökova
Dargındınız küskündünüz
Barıştınız mı doğayla
Şiir yolunuzu kesti mi?
Kuruyan ağzınızı dayayıp
İçtiniz mi doya doya?

Ben İzmir’e giderken
Akdeniz’e selam götürdüm
Gelinlik bir kızın gözlerinden
Davul patladı kulağıma
Yarım kaldı halk düğünüm
Ben Asarcıklı ozan
Ne gücendim ne darıldım
Bir delik daha deldim kavalıma

Kocaman bir tablo yapmışlar
Sakar’dan aşağı atmışlar
Öptüm başıma koydum
Kaldırıp astım duvara
Bakınca dilim tutuldu
Gökova’yı gördükten sonra
Daha bir sevdim yurdumu

Cumartesi, Şubat 09, 2008

DATÇA KIŞ YÜZME FESTİVALİ



Birkaç ay önce bu blogda sıradışı bir haberi yazmıştım. Haber Datça’da yakalanan ilginç bir hırsız hakkındaydı. Burada hırsızlık da sıradışı, yarışmalar da sıradışı.
1940’lı yıllardan birinde, Eski Datçalılarla Reşadiyeliler arasındaki çekişme yüzünden 23 Nisan kutlamaları iki yerleşim yerinin tam ortası olan Sakızlı Kuyu da yapıldı. Kutlamada etkinliklerden biri eşek yarışıydı. Yarışa her iki taraftan eşekler katıldı. Ödül, en arkadan gelen eşeğe verildi. İtirazlar yükselmişti ama, itirazlar geçersiz sayılmıştı, yarış değil. Daha sonra anladık ki en arkadan gelip ödülü alan eşeğin sahibi, Mehmet Serin ağabeyimizdi. Mehmet Serin ise jürinin başı olan, Cazim Serin’in oğluydu. Sanıyorum, Cazim Serin, bu gibi bir ödüllendirmeyi oğlunu kayırmak için yapmadı. Onun yaptığı, Datçalı'yı yansıtan güzel bir espiriydi. Cazim Serin demek istemişti ki: Datça’da geçerli olan hız değil, onun tersidir.
Ben burada değildim ama, Özbel’de tatil yapan bir arkadaşımdan dinlediğime göre 1960’lı yılların birinde, Datça’da 1 temmuz kutlaması için yapılan yüzme yarışlarında ödül olarak birinciye bir kutu çukulata, ikinciye küçük bir halı vermişler.
Anlatmak istediğim Datça’nın sıradışılığı… Bugün Datça’da Kış Yüzme festivali çerçevesi içinde yüzme etkinliği yapıldı. Başka yörelerde kayak, Datca’da yüzme... Kumluk Plajı’ndan başlanacak, Sömbeki’ye doğru beş kilometre yüzülecekti. Lodos rüzgarlarının getirdiği dalgalar yüzünden etkinlik yarımadanın kuzey tarafına, yani, Bodrum tarafına alındı . Yüzücüler Sömbeki Adası yerine Kos Adası tarafına yüzdüler. Günlerdir yaz aylarını andıran hava, tam yüzme yapılacağı gün karakışa dönmüştü. Yüzücüler, denizin içinde, seyirciler ise yağmurun altında ıslandılar. Türk ve Yuınan yüzücülerin sıcacık dostluğu sanırım deniz suyunu bile ısıttı.
Bu akşam Borusan Senfonisinde Baş Viola sanatçısı Tuba Özkan’ın verceği kısa bir müzik şöleninden sonra toplu bir akşam yemeği yenilecek. Programa göre yarın, Burgaz’daki Arkeolojik kazı yerleri ve köyler gezilecek. Tabii hava durumuna göre.
İşte size Datca’dan kısa haberler.
Bu yüzme etkinlikleriyle ilgili, Datca Ekpres Gazetesinde yayımlanan bir öykümü okumak isteyenler burayı tıklayarak okuyabilirler.

Datça Kış Yüzme Festivali


Cuma, Şubat 08, 2008

TÜRK VE YUNANLI YÜZÜCÜLER DATCA'DA

Datça Belediyesi sponsorluğunda geçen yıl da yapılan "Datça Kış Yüzme Festivali" için yüzücüler bugünden gelmeye başladılar. 9 Şubat 2008 Cumartesi günü saat 12.00 de Kumluk Plajı'ndan Fener Adası'na ( 5 Kilometre)yüzecekler. Bu sabah iki yakanın yüzücüleriyle kahvaltılı bir sohbet toplantısındaydık. Kahvaltıan sonra limanda kısa bir tur attık. Öğleden sonra Eski Datça'ya gidildi ve gezildi. Daha sonra Knidos gezisi vardı. Akşam yemeği Palamutbükün'de Dostlar Restaurant'da sıcak bir dostluk içinde geçti. Yarın yüzme etkinliğinden sonra, akşam bir müzik dinletisi var. Borusan Senfonisi'nde Viola sanatçısı, baş Viola Tuba Özkan bir müzik şöleni sunacak.Pazar günü Burgazdaki Arkeolojik kazı yerleri ve köyler gezildikten sonra etkinlikler sona erecek.



Salı, Şubat 05, 2008

DATÇA , Yıl 1935


Bu fotoğrafın arkasındaki tarih 1935.
Datça'nın Reşadiye mahallesinde bir bayram kutlamasından

Cuma, Şubat 01, 2008

İLKBAHAR'IN MÜJDECİSİ




Bugün, yarın derken, beklediğimiz ilkbahar adımını attı Datça'ya. Çok değil, üç gün sonra biz de beyazların içinde kalırız. Resim bugün öğleden sonra çekildi..