Perşembe, Temmuz 17, 2008

BİR DERGİ, BİR RESİM, BİR YAZI

Yukarıdaki resim ünlü bir derginin geçenlerde yayımlanan "Muğla" özel sayısında çıktı.
Resme ve yazıya dikkatle bakın. Yorumu, Datça'yı bilenlere bırakıyorum.

Not: Büyütmek için resmi tıklayın

Çarşamba, Temmuz 16, 2008

Alâkasız Benzetme

Denizin kenarındaki masaya oturmuşlar ama, denizin farkında değillerdi. Yoksa denize sırtları dönük oturmazlardı.. Hergün deniz kıyısındaki çay bahçelerinde oturduklarından çaylarını yudumlarken denize doğru bakmanın bi önemi yoktu. İkisi Datça’nın yerlisi, biri de yıllardır Datça’da yaşadığından yerlisi gibiydi artık. Günaydın diye seslenişime, buyur otur, diye cevap verdiler. Fazla zamanım yoktu, ama kısa zaman için de olsa oturmak istedim.
Datçalı M. Ali Dükali anlatıyor, Sami Acar dinliyordu. Benim ise gözüm önümdeki gazetede, kulağım Dükali’nin anlattıklarındaydı. Biz Datçalılar’ın çoğunun bir kulağı ağır işitir veya hiç işitmez. Bunu araştıran bazı tıp adamları Datça’da çok esen poyraz rüzgarını sebep olarak göstermişler. Olabilir...
M. Ali Dükali’nin anlattıklarına ara ara kulak kabartınca şu kadarını anladım:
İstanbul’da oturan birinin başına gelenler kul başına gelmemiliymiş. Biri altı yaşında diğeri dört yaşında iki çocuğu olan bu adamın bi de çok iyi yürekli(!), uzun süre istanbulda yaşadığından Türkçe’yi neredeyse bizim gibi konuşan Bengladeşli bi de komşusu varmış. Fakat ne yazık ki evleneli epey zaman olmasına karşın bu Bengladeşli'nin çocukları olmuyormuş.
Çocuğu olmayan Bengladeşli bi gün biri altı yaşında kız, diğeri dört yaşında oğlan çocukları olan bu aileyi ziyaret ederek önemli bişey konuşacağını söylemiş. Bizimkiler Bengladeşli’yi can kulağıyla dinleyip isteğini memnuniyetle kabul etmişler.
İsteği şuymuş:
Adamın iki gün önce gördüğü rüyasında ak sakallı bi ermiş karşısına çıkıp konuşmuş:
“Benim dediklerimi yapmadığın müddetçe çocuk sahibi olamayacaksın.”demiş. Daha önceleri de birkaç kez rüyasında karşısına çıkıp aynı şeyleri söylemişmiş o ermiş.
Ermişin Bengladeşli’ye söyledikleri:
“Çocuğum olmuyor diye bekleyeceğine, komşunun altı yaşındaki kızı Elif’i yanına al, bir umre ziyareti yap. Ondan sonra bak gör Allah sana kaç tane çocuk verecek.. Hem komşunun kızı da çocuk yaşında yarı hacı olmuş olacak, Kâbe’yi görmüş olacak…”.
Altı yaşındaki Elif’in babasının aklı bu işe yatmış. Olur deyivermiş. Nasıl olsa kızının gideceği yerde hiç bi kötülük yokmuş. Ne disko ne de plaj. Sadece ahlâklı insanların kol gezdiği bir yer… diye düşünmüş baba.
Zamanı gelince Elif’i katmışlar çocuğu olmayan, iyi kalpli, iyilik sever, Bengladeşli ailenin yanına. Havaalanından uğurlamışlar. Uğurlayış o uğurlayış; ne iyi kalpli Bengladeşli komşuları ne de Elif’leri geri gelmiş bir daha. Olay bu…
M.Ali Dükali anlatısını bitirdiğinde derin bi sessizlik oldu. Ardından Sami Acar konuştu:
“Kızı umreye götüren bankacıyı neden bulamamışlar? Türkiye’deki bankaların hepsine sorsalardı ya!” dediğinde, yarım saattir bunları anlatan M. Ali Dükali’nin yüz ifadesini görmeliydiniz. “Bengladeş’i Banka anlayan adama ben bu olayı bi kez daha anlatmam.” dedi.
Bana döndü:
“Nihatçıım! Sen de gazeteye bakıyordun ama, anlattıklarımı anladın mı?” dediğinde, başımla evet anlamına onayladım.
M.Ali Dükali:
“Eyi, hiç olmazsa bi kişi dinlemiş ve anlamış, boşa konuşmamışım.” dedi.
Anlatılanları pür dikkat dinlemiş olan Sami’nin Bengladeş’i bankayla nasıl özdeşleştirdiğini de ben anlayamadım…

Salı, Temmuz 08, 2008

DATÇA'DA MEVSİMLİK AŞKLAR

Uzunca bir zaman yurtdışında kalmış, evlenme zamanı gelince memleketine dönmüş, iyi bir evlilik yapmıştı. Kocası Datçalı’ydı ve işi de Datça’daydı. Mutlu çifte geçtiğimiz yortu günlerinde Avrupa ülkelerinden birinden uzun vaadeli bi misafir geldi, uzunca bir zaman kalacaktı. Misafir bekârdı. Sarışının fıkır fıkır kaynayan bir yapısı olduğundan gelir gelmez bi sevgili buldu veya sevgilisi onu buldu. Sanırım ikinci şık daha doğruydu. Ev sahibesinin avrupa ülkesinde kaldığı yıllarda tanıdığı çok samimi arkadaşıydı. Avrupalı kızın haziran ayı ortalarına kadar keyfine diyecek yoktu. Ama, ne olduysa o günlerde oldu, fıkır fıkır kaynayan, yerinde duramayan kıza bişeyler oldu. Yüzü gülmüyor, dili eskisi gibi söylemiyordu Sanki dünyaya küsmüştü. O günlere kadar akşam yemeğini bile dışarıda yiyip, dönünce gününün ne kadar güzel geçtiğini anlatan sarışın, evden de çıkmaz olmuştu…
Geçen gün evin balkonunda yemeklerini yedikten sonra kahvelerini içerlerken ev sahibesi, arkadaşını sorguya çekti. Sorgulama yarı şaka yarı ciddi devam ederken evin erkeği de günlük gazeteye göz atmaktaydı, ama kulakları da karısıyla misafir kızın konuşmalarındaydı. Kız her şeyi açıkladı. Datçalı sevgilisi başka bir kız arkadaş bulmuş, onu terketmişti. Onu üzen buydu.
Datça’daki yaz aşıklarını iyi tanıyan adam, gazeteden başını kaldırmadan teselli etti Avrupalı sarışını:
“Üzülme kızım, Eylül sonuna kadar sık dişini. Eylülün sonuna doğru o gelip garanti seni bulacak, ayaklarına kapanacaktır…”

Pazar, Temmuz 06, 2008

GİRİT MANİLERİ

Uzunca bir zamandır öykülü Datça manileriyle haşır neşirim. Zannediyordum ki diğer toplumların mani geleneği pek yok. İrlandalılar’ın Limerik dedikleri manileri olduğunu biliyordum. Hatta “One Thousand and One Limericks” adlı bir kitap getirttim. O kitaptaki İrlanda manileriyle bizim manileri kıyaslama fırsatını buldum. Belki Azerbeycan, Özbekistan gibi toplumların da mani gelenekleri vardır; kesin kes bilmiyorum.
Ama, bu arada elime bir mani kitabı geçti; “Belleklerdeki Güzellik, Girit Manileri, Atasözleri…” Kitap, Lozan Mübadilleri Vakfı tarafından hazırlanmış. Bursa Lozan Mübadilleri Derneği; Ayvalık Belediyesi; Edirne, Lozan Mübadiller Derneği; Avrupa Birliği Türkiye delegasyonu tarafından desteklenmiş ve yayımlanmış.
Çok ilginç maniler ve deyimlerle dolu bir eser. Mani ve deyimler Girit Rumcası’yla düzülmüş ve yazılmış. Giritlilerin Rumcası çok değişik olduğundan kullanılmış olan dile “Giritçe” bile denebilir. Aşağıdaki örneklerde gördüğünüz gibi Rumcasını da vermişler. Rumcada ses ve hece uyumu var.Türkçeye çevrilince ses ve hece uyumu tutmamış . Ama, Rumca okuyup, Türkçe anlamına baktığımda bile ilginç geldi bana.
Bunları bizim Datça manileriyle karşılaştırınca bizimkilerin, çok daha geçerli ve anlamlı olduğunu anladım. Maniler kitabını yayımlamak için elimi çabuk tutmam gerekecek…
Girit Manilerinden birkaç örnek:


Sto parathiro kathese, ti vraka su gazonis
Çe pano sta gazomata, to nu su anemazonis
.

Pencerede oturmuş, şalvarını dikersin
Dikişlerin üstüne, düşünceni dökersin

*********
Sto parathiro kathese, lemoni katharizis
To dahtilaki su kopses, çe mena fovarizis
.

Pencerede oturmuş, dilimlerken limonu
Parmağını kesince, koparırsın ödümü

*********
Ti mandinades dio fores, katholu mi da leyis
Yati tharun i kopelyes, pos ali den kateşis
,

Bir maniyi üst üste, söyleme sakın asla
Çünkü kızlar sanır ki, mani bilmezsin başka

****************

Not: Mani1 sözcüğünün Rumcadaki karşılığı: Madinada, ya da çoğul şekliyle, Madinades. Sözcüğün etimolojisine baktığımızda, Yunanca'da "Bilicilik, kehânet ya da bilmece" anlamına gelen "Mandema" sözcüğüyle ilişkilendirilebilir.

(Kaynak: Belleklerdeki Güzellik, GİRİT. maniler, Atasözleri, Deyimler, tekerlemeler...)

Perşembe, Temmuz 03, 2008

Etkinlikler

Datça'da Sinema Günleri, 1 Temmuz Kutlamaları, Global ısınmayı protesto eden bisiklet grubunun etkinlikleri ve aynı gün Pir Sultan Abdal Derneği'nin düzenlediği "Sivas Katliamını anma gecesi. Hepsi birbirine girmiş durumda Datça'da. Bu etkinlikleri kaydedip sizinle paylaşmak için buraya taşımak isterdim ama zamanım olmadığından sadece aşağıdaki "Muzo" linkini tıklamanızı öneririm. Muzaffer hocam izliyor, resimliyor ve bloğunda yayınlıyor.

Çarşamba, Temmuz 02, 2008

SİVAS KATLİAMININ YILDÖNÜMÜ

Bugün Sivas Madımak Oteli katliamının yıldönümü. O katliamda kaybettiğimiz değerleri saat 21.30 da Ecevit Kültür Merkezi'nde, Pir Sultan Abdal derneği'nin düzenlediği bir etkinlikle anacağız. Anacağız ki unutmayacağız. Unutmayacağız ki sürüler bir daha insanlara, gerçek insanlara saldırmadan önce biraz düşünsünler... Düşünsünler? (!)