Cumartesi, Mart 04, 2006

“ÇİKİN BALIK”

Nihat Akkaraca

Palamutbükü’ndeki balıkçı barınağı’nın karşısındaki lokantalardan birinde yeni işe başlamıştı. Birkaç yıldır turistik bir lokantada garsonluk yapmayı düşlemekteydi. İşte, sonunda böyle bir lokantada iş bulmuş, rüyası gerçekleşmişti. Dal gibi, gencecik bedenini örten garson kıyafetinin içinde sanki kırk senelik garson oluvermişti. İşini de patronunu da çok sevdiğinden, gelen her müşterinin etrafında pervane oluyordu. Ah! bi de biraz İngilizcesi olsaydı. Yokmuydu ya, tadından yenmezdi bu iş. Ama, kafaya koymuştu; en kısa zamanda mutlaka çat pat bir İngilizce yapacaktı.
Mayıs ayının erkenci turistleri, özel tekneleriyle, geceyi geçirmek üzere barınağa girmeye başlayınca, sahilde sıralanmış salaş balık lokantalarında bir hareketlilik başladı. Ş.’nin lokantasında da. herkes işinin başına geçmiş, lokantanın payına düşecek zengin yat müşterilerini karşılamaya, sonra da en iyi şekilde ağırlamaya hazırlanmışlardı.
Yedi-sekiz kişilik bir grup kapıda görününce patron seslendi:
-Metin! Bak oğlum…
Bunun anlamı, “içeri girenlerle ilgilen” demekti.. Bu kadarını Metin, çoktan öğrenmişti. Vitrinli dolabın başına dizilen kadınlı erkekli turistlerin çoğu istediklerini yazdırıp masalardan birine oturunca, geride üç kişilik bir grup kalmış, dolaptakileri gözden geçiriyor, ne yiyeceklerine karar veremiyorlardı. Vitrin dolabda çeşit çeşit salatalar, mezeler, hazırlanmış köfteler, en ucuzundan en pahalısına kadar balıklar, akşam müşterileri için görücüye çıkmış gibiydiler. Köyde yaşayan amatör bir balıkçının öğle saatlerinde lokantaya getirdiği iki salagözü, iki saat evvel Metin, deniz kenarında temizlemişdi. . Temizlerken balıkların kuyruğu oynamaktaydı. Ne yiyeceklerine karar veremeyen üç kişilik gruba dolaptaki salagözlerden birini yedirebilirse, hem kararsız müşteriyi, hem de patronunu mutlu edeceğini düşünerek, balığı pazarlamaya çalışıyordu, Metin.
Uzunca bir tabağın içinde yanyana duran salagözleri işaret ederek, öğrenmiş olduğu tek kelime İngilizceyle:
-“Fiş!” dedi, Metin. Ve ilave etti Türkçe, sesini daha da yükselterek:”Taze!” diye bağırdı. Sanki bağırınca turist daha kolay anlaycakmış gibi.
.Turist, Yanıbaşında bekleyen bayanın yüzüne: “ Ne dersin? Anlamında bakınca, bayan turist, hayır! Anlamına kafasını iki yana salladı. Erkek, işaret parmağıyla balıkları gösterirmişcesine, kararlı bir şekilde:
-“Çikin!” dedi.
Metin, tazeliğinden başındaki saç kadar emin olduğu balıklara “çikin” dendiğini duyunca aklı başından gitti. “Balıktan anlamayana balık satmak ne kadar zor” diye düşündü. Kızdığını belli etmeden, “balıktan anlamayan” cahil turiste balıkların daha iki saat önce canlı olduğunu anlatmak için, aklına gelen bütün kelimeleri kullandı, becerebildiği bütün el kol işaretlerini de yaptı. Ama nafile! Sonuçta turist tekrar elini dolaba doğru uzattı, ve:
-“Çikın!” diye ısrar etti.. Sabrı kalmayan Metin, Datca’nın yerel aksanıyla, yine Türkçe olarak, Turist kendisinden kat kat yaşlı olmasına rağmen:
-“Oğlum! Denizden öğlen çıkmış balık, akşama çikin olu mu?” diyerek, patronu Ş’ ye doğru yürürken, konuşmaya devam ediyordu:
-“Ülen hırt! Balığı ister ye, ister yime, amma taptaze balığa da ‘çikin’ deme…
Metin’in kendi kendine bişeyler dediğini duyan patron Ş.:
-“Ne oluyor, Metin, bi problem mi var?” diye sorunca, neler olduğunu çabucak anlattı:
-“Abi, baksana şu adama. Bizim öğleyin aldığımız salagözlere durmadan çikin deyikduru. Balıkların çikin olmadığını anlatamadım, sen bi bakarmısın,” dedi
Dolabın başına gelip, turist ile bir iki kelime bişey konuşan patron Ş., dolabın kapısını açtı, salagözlerin yanı başında duran, içi tavuk pirzolası dolu tabağı aldı ve ızgara yapan ahçıya, Metin’in şaşkın bakışları arasında teslim etti. Turist de yanındaki iki bayanla sessizce gidip bir masaya oturdular. Biraz sonra da ızgaradan çıkan tavuk pirzolasını iştahla yediler.
Metin, bütün akşam, taptaze balığa “çikin” diyen adamın masasının yanından geçtikçe, adama ters ters baktı.
Ne turist ne de Metin, olanları o gün anlayamadılar. Turiste göre Metin, neden tavuğu satmak istemiyordu?. Metin’e göre turist, neden taptaze salagözlere “çikin” diyordu…?


Not: Datça ağzında “ÇİRKİN” yani güzel olmayan anlamında, “Çikin” diye teleffuz edilir.
İnsanın güzel olmayanına da çikin deriz; balığın, etin kokmuş olanına da. Hatta dahada ileri gider, bayılan insana da “çikin oldu” deriz. Veya “aniden bayılıvıdım” diyeceğimize, “çikin oluvudum” deriz. .
MISTAN OSMAN
Nihat Akkaraca

Gocamar’daki tarlasının etrafındaki çalıları temizlemekteydi. Sabahtanberi kestiği çalıları tarlanın bir köşesine yığıp yakmak için tutuşturduğunda rüzgar yoktu. Yarımada’da dal kıpırdasa, Gocamar’da fırtına koptuğunu hesaplıyamamıştı . Aniden esmeye başlıyan poyraz, yanmakta olan çalıları önüne katarak, tarlanın üst tarafındaki makiliğe sürükleyiverince olanlar oldu. Ormana ait olan çalılık tepe, bir saat içinde kapkara kesileverdi. Mıstan Osman, sadece seyretmekle kaldı; zaten yapabileceği bişey de yoktu. Sadece, gören eden var mı diye bir müddet etrafına bakındı. Görünürlerde kimseler yoktu.
Aradan bir ay geçmeden bir mahkeme davetiyesi geldi Mıstan Osman’a. Okuma yazma bilen birine okutunca anladı yangına sebebiyet vermekten hakkında dava açıldığını. Orman idaresi dava açmıştı, çünkü yangın o’nun tarlasından başlamıştı. Mahkeme gününü beklemeden taa Belenköy’den Datca’ya geldi. O zamanlar dava vekilleri vardı Datca’da, avukat yoktu. Onlardan birine danıştı. Daha evvel mahkemeye yolu düşmediğinden korkuyordu ve anlamak istiyordu, bu davanın sonu ne olurdu ve başına ne gibi bir dert açardı. Dava vekili O’nu rahatlattı: “Ateşi senin yaktığını gören var mıydı? Mıstan Osman’ın cevabı: “Tepe yanarken iyice baktım, etrafta kimseler yoktu.” Dava vekili kesin konuştu: “Eh! Şahit yoksa, ne yapabilirler ki, kurtarırsın.” Mıstan sevindi. Mahkeme gününü heyecanla bekledi.
Duruşma günü geldiğinde, eşeğine binip geceyarısı çıktı yola Belenköy’den. Sabah erkenden Datca’daydı. Duruşma başladığında, lkönceleri inkar etmeye çalıştı. Hakim biraz daha sıkıştırınca, dava vekilinden aldığı akıl aklına geldi, ve duruşuna biraz çeki düzen vererek, hakime:
“Evet Hakim bey! O tepeyi yakmasına ben yaktım. Ama, benim yaktığıma dair va mı şahidin?” dedi, biraz da diklenerek.
Hakim, bu diklenmeye alınmış gibi, hemen verdi kararını.. Zabıt katibine dönerek:
“Yaz bakalım!” Dedi. “Temyiz yolu açık olmak üzere, altı ay hapsine…” derken, Mıstan Osman temyiz kelimesini ilk kere duyuyordu. Hakim sözünü bitirmeden, yine diklenerek:
“Hakim bey!, ben köylüyün, buraya pis geldim, mahpus damına da pis giderin , temizlenmek falan istemem,” deyiverdi.
Mıstan, mahküm olmuştu ama, erkeklik de kendisinde kalmıştı.

Breezybead

Gerçekten harika şeyler... Bir tıklamaya değer...

Datca'da restore edilen bir yeldeğirmeni