Salı, Kasım 04, 2008

ANI



"ŞEYTANIN ÇIRASI"

“Şeytanın Çırası”nı torunu getirmişti eve… Nereden bulduysa satın almış getirmiş… İlkönceleri, “Paraları çar çur edikdurusun.” diye dırlandı durdu torununa. Torun, yeni yetme. Söz dinler mi. Gülüp geçiveriyordu onun dırdırına. Oğlanın keyfi yerindeydi. Düğmesini itince, al sana nur gibi aydınlık. Çek düğmesini, sönsün. Çıra gibi mi? Söndürmek için ne kül aramak var ne bişey. Al eline, bas düğmesine, ortalık gündüz gibi, ister öküzleri samanla geceleyin, ister dışarıdaki tuvaletine git. Çekive düğmesini sönsün. Çıra yakacağım diye uğraşacağına… Üstelik köyde henüz ondan başka kimsenin yoktu böyle bi fener. Bu alet geleli, eve çıra da getirmez olmuştu torun. Evin önünde eskiden çıra parçaladıkları yerlerde atılan küçük çıra parçalarını bulup buluşturup kullanıyordu nine Ali Gızı. İnat etti bu şeytan icadını kullanmayacaktı. Köyün alt tarafındaki tarlalarındaki evde, el fenerli, çıralı geceler gelip geçiyordu.
Günlerden bi gün akşamüzeri torun, köy kahvesine, kızı da komşuya gitmişti. O, sızıp kalmıştı köşede. Uyandığında alelacele tarladaki tuvalete gitmesi gerkiyordu... Ortalık zifiri karanlıktı. Sağa baktı, sola baktı, ufacık bi parça da olsa çıra aradı. Oyalandıkça sıkıştı, zamanı kalmadığının farkına vardığında. aklına evdeki “Şeytanın Çırası” dediği alet geldi. El yordamıyla buldu. Sağını solunu oynarken el feneri nur gibi aydınlattı evin içini.
“Eh be!” dedi içinden. “Şeytanınçırasını yaktık. Yakması da golaymış... ” Tuvaletten döndü, eve girdi. Torun ve kızı gelmeden bu şeytan işini karartmalıydı ki; kullanmam dediği aleti kullanmış olduğunu bilmesinler. Karanlıkta el yordamıyla yakmıştı. Şimdi sönmüyordu. El fenerinin her tarafını eliyle denedi. Fener, nuh diyor peygamber demiyordu. Bir ara yere çarpacak oldu. Elini kaldırdı tam atacakken gözüne evin ocağı ilişti. “Şimdi de sönme de göreyim seni” diyerek el fenerinin baş tarafını küle batırdı. “Körolasıca” dedi. “Söneceene taa fazla parladı!” Çırayı söndüren kül de iş görmemişti.. Aklına su geldi. Külde sönmezse Allahın suyu da mı tükenmiş, kül olmadığında çırayı suda söndürürlerdi ya…
Dışarıya koştu. Su dolu kovaya soktu feneri. Ortalık karardı, ama, Ali Gızı’nın içi aydınlandı. Şeytanın çırasını zor da olsa sonunda söndürmüştü. Feneri yerine koydu. Gitti, huzur içinde yattı yatağına.
Torun da meraklıydı, el feneri kullanmayı çok seviyordu. Kahveden gelir gelmez ufak bi iş bahane ederek eline aldı feneri. Düğmesine gitti eli, ama, düğme itilmişti. Acaba ben mi öyle bıraktım diye geçirdi aklından. Feneri elinde oynarken alt tarafından suların damladığını gördü. İlkin pillerin eridiğni sandı. Satıcı demişti; pilleri zamanında değiştirmezsen erir diye. Bi bakmak istedi. Alt kapağını açar açmaz içindeki su boşaldı. Torun anladı olanları. Ertesi gün gitti kasabadan yeni pil aldı. İyice kuruttuğu el fenerini tekrar çalıştırdı. Artık akşamları evden çıkarken feneri de yanında taşıyordu. Evi de çırasız bırakmadı ondan sonra. Ninesine hiç bişey demedi. Ninesi de ona demedi. Bu olanı da Torun, Ali Gızı rahmetli olduktan sonra anlattı sağda solda. Ninesini mahcup etmedi...