Pazartesi, Kasım 06, 2006

BİR FIKRA




İnat
Nihat Akkaraca
Köyünde geçim şartları zorlayınca kalkıp Ankara’ya çalışmaya geldi. Zeki, kaabiliyetli, yakışıklıca bir gençti. Dürüstlüğü ve bilgiçliği sayesinde kısa zamanda işyerinin önemli elemanlarından birisi durumuna gelince, patronunun gözünden kaçmadı. Evlilik çağına gelmiş kızını bu adamla evlendirirse gözü arkada kalmayacaktı. Ne yaptı etti, bir yöntemini bulup isteğini gerçekleştirdi. Bu çalışkan köy delikanlısı damadı oluvermişti patronun.
Evlilik, ilk günler iyi gitti ama, günler geçtikçe karısı değişmeye başladı. Çok güzel ve özel birisi olduğunu düşünüyor, kocasını biraz hor görüp, her fırsatta canını sıkmak istiyordu. Adam eve bir paket revaniyle gelse, paketi açar bakar:
“Aaaa! Beyaz peynir mi aldın kocacığım?” der adamın canını sıkıyordu.
Adam:
“Yok, karıcığım! Tatlı bu, tatlı! hani revani var ya işte o…” dediğinde:
“Yok, revani değil, beyaz peynir, beni cahil mi sandın?” der, mutlaka tartışma çıkarır, bir de üstüne üslük haklı çıkardı. Çünkü adam, kavga çıkmasın diye:
“peki, karıcığım, beyaz peynir olsun, ne yapalım,” deyip kabullenmeye başlamıştı artık.
Kocası, hediye olarak kendisine bir çift pabuç alıp gelse, hemen başlardı:
“Ayyy, kocacığım, ne güzel terlik almışsın böyle…” der, adamın burnundan getirirdi..
Adam saatlerce dil döküp, almış olduğu hediyenin terlik değil, ayakkabı olduğunu anlatmaya çalışır ama, ne çare… Dinleyen kim. Terlik der, başka bişey demezdi.

Adam, şehire geleli yıllar olmuş, köyünü özlemişti. Biraz da patronun güzel kızıyla evlenmiş olmanın havasını atmak istiyordu köyünde. Bu isteğini aylar evel inatçı karısına açarak, sonunda ikna etti onu da köyüne tatile götürmeye.
Yolculuğun bir kısmı uçakta geçiyordu. Tartışma uçakta da başlamıştı. Kadın tutturmuş:
“Ne büyük otobüs bu,” deyip başka bişey demiyordu. Adam her ne kadar:
“karıcığım, hiç olmazsa şu tatili burnumdan getirme, şu inadı iki hafta için bırakıver” dediyse de vazgeçmiyordu kadın. Adamın ak dediğine, o kara diyordu. Uçaktan inip köye giden minibüse bindiklerinde köye varıncaya kadar dil döktü adamcağız. Bu sefer bayağı yumuşamıştı. Hiç olmazsa bindikleri münübüse kamyon falan dememiş adamı biraz rahatlatmıştı. Adamın; “Ne olur on beş gün dişini sıkıver, bu inattan vazgeç." önerisine:
“olur” deyivermişti . "Onbeş gün değil mi? Ne olacak idare ederim” diyerek kocasına söz vermişti.
İlk üç gün çok iyi gitti durum. Gayet uyumlu karı koca olmuşlar, mutluluk tabloları çizmekteydiler.
Bir sabah erkenden kalkıp kahvaltılarını yaptılar. Kahvaltıdan sonra sıcaklar bastırmadan nehir kenarında bir yürüyüş yapmak üzere evden çıktılar. Önlerine çıkan köprüye girmeden evvel buğday başakları sararmış, tam biçme tavında bir ekin tarlasını gördü adam.
“Ne güzel ekin, tam da biçme zamanı,” deyince, kadın sordu:
“Bu ekini ne ile biçerler burada?”
“Orakla,” dedi adam
“Yok! yanlış biliyorsun, ekin orakla biçilmez, makasla biçilir.”
“Yok, karıcığım. Makasla ekin mi biçilir. Şimdiye kadar duyulmuş şey değil. Sakın köylülerimin yanında da böyle söyleyip beni gülünç duruma düşürme.” deyince kadın:
“Yok! sen benden iyi mi bileceksin, makasla biçerler ekini.” deyip başladı ınada.
Orakla, yok makasla, derken köprünün tam üzerine gelmişlerdi. Adamın da artık canı burnuna gelmişti. Bütün metanetini kaybedince:
“Ömrüm boyunca seninle mi uğraşacağım.” deyip kadını köprüden aşağıya itiverdi. Köprünün altından akan azgın suya düşen kadın, bir zaman yüzüp kurtulmaya çalıştı fakat, olmuyordu. Tamamen sulara gömülürken, sadece sağ kolu suyun dışına çıkmış, parmaklarını oynatarak makas işareti yapıyor, ekinin makasla biçildiğini anlatmaya çalışıyordu.
Köprünün üstünde bir müddet oturup düşünen adamın aklı başına gelmiş, onu armaya karara vermişti. Yerinden kalkarak ırmağın kenarından yukarılara doğru giden yolda yürümeye başladı. Epey yürüdükten sonra tanış iki köylü çıktı karşısına. Köylü arkadaşları sordu:
“Böyle tek başına vadinin yukarısına doğru nereye gidiyorsun?”
“Karım şuradaki köprüden ırmağa düştü, onu aramaya gidiyorum.”
Adamlar şaşkın, ağızları bi karış açık::
Aşağıdaki köprüden düştüyse karın, neden buralara gelsin? Nehrin aşağısına gitmez mi? Buralarda neye zaman yitirirsin? Köprüden aşağılarda arasana karını.”
Adamın cevabı daha da şaşırttı köylü arkadaşlarını:
Nehre düşen sizin karılarınızdan biri olsaydı, haklıydınız. Aşağılarda aramak gerekirdi. Ama benimki o kadar inattır ki, mutlaka ve mutlaka akıntının tersine gitmiştir, o,”
diyerek nehrin yukarısına doğru yürüdü gitti…

Hiç yorum yok: