Pazar, Aralık 03, 2006

Bir Anı


TUZSUZ PELİZE*

Nihat Akkaraca

“Bu deyim de nereden çıktı şimdi durup dururken,” diyenler çıkacaktır. Böyle diyenler veya düşünenler yerden göğe kadar haklı sayılırlar. Gerçeken durup dururken nereden geldi bu aklıma şimdi. Çok önemli bir deyim de değil. Bana bunu Eski Datça yaşlılarından Hamdi amca anlatmıştı. Ara sıra aklıma gelir, geldiği gibi de gider.
Yaşasın şu blogspot edinme fırsatını bize verenler. Ben de aklıma gelmişken buraya yazar bırakırım “Tuzsuz Pelize”yi:
Kahvede kendisiyle laflarken, Hamdi Amca’ya birisi şakanın dozunu kaçırarak takılmıştı da, o da adamın arkasından söylemişti bunu: “Tuzsuz Pelize...”
O da ne demek, dercesine yüzüne bakınca:
-“Duymadın mı hiç? Eskiden tutarsız, patavatsız insanlara derdik,” dedi. Ve Anlattı:
-“Biz delikanlıyken akşamları olsun, yağmurlu havalarda olsun gayvelere gitmezdik. gayvelere bubalarımız ve dedelerimiz giderdi. Gadınlar da yağ gandilli fenerlerini yakarlar, evlere birbirlerine misafirliğe giderlerdi. Ee! Biz Eski Datça’nın delikanlıları da sokakta kalacak değildik ya. Biz de köy odasında toplanır, yakardık ocağı, otururduk karşısına, kızları konuşurduk, sevdaları konuşurduk, işleri konuşurduk. Laf bitince de aklımıza yiyecek gelirdi. Hadi bakalım bişeyler yiyelim derdik. Evlere gider kavrulacak veya pişirilecek bişeyler getirir eğlenirdik Bazen payam, bazen nohut kavurur, bazen, çok soğuk havalarda susam helvası yapardık. Bazen de kuru incire talim ederdik. Gençlik işte...
Bir kış günüydü. Üç gündür durmadan püsen püsen yağıyordu yağmur. Kimse tarlaya, çifte çubuğa gidememişti. kaç gündür odada otur otur canımız sıkıldı. Birisinin aklına nereden geldiyse pelize gelmiş. ‘Hadi pelize yapalımın,’ dedi.
-‘Allah, Allah! Nereden çıktı şindi pelize? İçinizde hiç pelize yapan var mı?’ diye birisi sorunca diğeri atıldı:
-“Ben, anam yaparken gördüydüm. Siz malzemeyi getirin ben yapıveren,” dedi.
İki kişi gittiler, pelize yapılacak malzemeleri evlerinden getirdiler. Bize pelize yapacak arkadaş sıvadı kolları, koyuldu işe. İşinin ortasında hepimizin yüzüne aval aval bakışından anladık bişeylerin yanlış gittiğini. ‘Ne oldu Osman, neye öyle afalladın?’ diye sorunca:
-‘Yahu arkadaşlar, benim unuttuğum bişey var, pelizeye tuz atılır mıydı, atılmaz mıydı bilemiyorum, ne yapacağız şimdi?’ diye sızlandı. İçimizden en genç olanına:
-‘Hadi bakalım, delikanlı! Eve kadar git, anandan öğren gel, pelizeye duz atılıyor mu atılmıyor mu?’ dedik. Delikanlı yağmuru bahane ederek pek gitmek istemedi ama, biz çıkışınca gönülsüz kalktı gitti. Fakat iki dakika geçti geçmedi, geri geldi ve daha kapıdan girerken bağırdı:
-‘Pelizeye duz atılmazmış...’
Yerine oturmaya çalışırken sordu arkadaşlar:
-’Ülen! sen beş dakikada nasıl gittin geldin eve, gitmedin de kafandan mı atıyorsun yoksa?’ dediklerin de:
-‘Valla ağalar, eve gitmeye mahal galmadı. Şuradan tam sokağa çıkıverince bizim mahalleden Fatmana’yı gördüm. Yağmurun altında kıvrakça yürüyordu. Islanmış entarisinin içinde yürüdükçe bıngıl bıngıl ediyordu bedeni. Dayanamadım laf attım. Aklımda hep pelize vardıya:
-“Gız ne güzel bıngıldıyor öyle her tarafın, ‘duzsuz pelize’ gibi, deyividim. Benim yüzüme bakmadan:
-‘patavatsız! Pelizenin duzlusu da mı oluyo?’ diyerek yürüdü gitti. İşte gız öyle deyince anladım pelizeye duz katılmayacağını. Anama gitmeye gerek kalmadı” dedi delikanlı... "

Bunları anlattıktan sonra biraz duraklayan Hamdi Amca, Ona takılan adamı göstererek:
İşte Nihatçıım, o gündenberi bunun gibi patavatsızalara biz, "Duzsuz Pelize" deriz diyerek içini dökmüş oldu.
Yazdıktan sonra dikkatimi çeken bişey oldu burada: Öyküdeki bütün kahramanlar gerçekten "Patavatsız." Hamdi Amca hariç...



*Nişastadan yapılan bir çeşit hafif bir tatlı

4 yorum:

Meltem dedi ki...

Bu laf hoşuma gitti. Artık ben de sık sık kullanırım herhalde.

Adsız dedi ki...

tuzsuz deli bekir, tuzsuz peluze bir de annemin tuzsuz çarıkçı'sı vardır. sası insanlar oldukça bu deyimler de olacak. dilimizin böyle zengin olması ne güzel.
saygılar.

Nihat Akkaraca dedi ki...

Sayın Nicomedian, "Tuzsuz Çarıkçı" da çok hoş bi deyim. Hoşuma gitti. Çok eskiden yoksul yörelerde galiba hayvan derisinden çarık yaparlardı. Yani deri iyi terbiye edilmeden. Mesela tabak işinin iyi bilinmediği yörelerde, kokmasın diye deriyi belki de tuzluyorlardı. Eh! çarıkçı tuza kıyamayıp, tuzlanmamış deriden çarık yapınca deri de kokuyordu herhal. Mesela İkinci Dünya Savaşı yıllarında Datça'da domuz derisinden kösele yapıp pabuç pençesinde kösele olarak kullanıyorlardı. İyi tabaklanmamışsa kösele kokuyordu. Tabii pabuş kokunca ayak da kokardı. Biz de de böyle deyimler çok var...

Tijen dedi ki...

pek hos bir hikaye. dilinize saglik.
tijen