Salı, Aralık 12, 2006

Kendimin kendimle muhabbeti!

Çok sevdiğim bir yazı; belki kendimi içinde bulduğumdan...

"Sunlari bir araya toplayayim. Bir güzel muhabbet edelim" diye düsündüm. Mutfak isinden de anlarim. Donattim sofrayi. Bayagi ugrastim. Hepsinin, ayri ayri ne yemekten, ne icmekten hoslandigini iyi bilirim. Bayagi da para gitti.

Birinin yedigini öbürü yemez. Ötekinin ictigini beriki icmez. Dört kisilik sofra kurdum. Mumlari da yaktim. Bak hepsi, Erick Satie severdi. Hatirladim. Müzigi de ayarladim. Geldiler. 20 yasinda ben, 35 yasimda ben, 40 yasimda ben ve bugünkü ben dördümüz.

Birden Yirmi yasimi, otuz bes yasimin karsisina oturttum. Kirk yasimin karsisina da, ben gectim. Yirmi yasim, otuz bes yasimi tutucu buldu. Kirk yasim ikisinin de salak oldugunu söyledi.

Yatistirayim dedim. "Sen karisma moruk" dediler. Büyük hir cikti. Komsular alttan üstten duvarlara vurdular. Yirmi yasim kirk yasima bardak atti. Evin de icine ettiler. Bende kabahat. Ne cagiriyorsun tanimadigin adamlari evine.

Ali Poyrazoglu

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Ali Poyrazoğlu'yu izlemeye gittik geçende. Ne yalan söyleyim benim çok sevdiğim bir tiyatrocu değildi eskiden! Ama işte zamane bilgisayar/TV/sinema çocukları biraz tiyatro yüzü görsün diye gittik. Neyse ki karşımda doğru düzgün anlatılmış doğru fikirler buldum. Tiyatronun gözyaşlarını satmak istedi, bizim Deniz hemen ben almak istiyorum diye el kaldırdı. Dur olmaz diyip indirttik. Tiyatro tozu serpmeye kalktı, çocuğu zor kaçırdık. Daktilosunu açık artırmaya çıkardı, Deniz'in parmağı yine havada. Kısacası oğlanı yazıydı, çiziydi, tiyatronun onuruydu, ne kadar kaçılacak iş varsa hepsiyle bir güzel zehirledi :))

bilgiperisi dedi ki...

Şu yazıyı okuyup da gözleri biraz yaşarmayacak ya da hadi boğazı şöyle bir pürüzlenmeyecek kimse var mı acaba... teşekkürler babacığım..