TESELLİ
Nihat Akkaraca
Mezarın yanı başındaki yeni kazılmış toprak, cenazeye gelenler tarafından tekrar mezara atılmaktaydı. Birisi iki üç kürek atıp, küreği yere bırakıyor, diğeri alıyor, o da bi kaç kürekten sonra bırakıp sırada bekleyenlere toprak atma fırsatı veriyordu. Toprak yığınının tam ortasında, dizleri üstüne çökmüş, yaşı ellinin üzerinde gösteren, iyi giyimli bir adam da, iki gözü iki çeşme durmadan elleriyle mezara toprak atıyor ve ikide birde ceketinin koluna gözyaşlarını siliyordu. Onu böyle perişan bir halde, gelişi güzel toprak atarken gören bir arkadaşı arasıra gelip omuzuna dokunuyor:: “Kendini bu kadar kapıp koyuverme, metin ol!” deyip teselli etmeye çalışıyordu. Toprakları avuçlarıyla saçma sapan atışı, teselliye ihtiyacı olduğunu göstermekteydi.
Adamın kendinden yirmi yaş daha genç olan, çok sevdiği güzel karısı yakalandığı melun bir hastalıktan kurtarılamamış, ölmüştü. Genç karısının ölümü zavallı adam için tam bir yıkım olmuştu. Ne zorluklarla bu güzel kızı kendine eş etmişti. Kız, uzun bir zaman ayak diremiş, evlenme ekliflerini geri çevirmişti. Adam bu direnişe çok şaşırmıştı. Çünkü kendisi öyle çok yakışıklı olmasa bile eline yüzüne bakılır tiplerdendi. Giyinip kuşanmasını iyi bilirdi. Bir iş adamıydı ve maddi sıkıntısı söz konusu değildi. Mahallede hangi kızı istese red edilmeyeceğini bildiğinden, kızın kendisiyle evlenmek istememesine şaşmıştı. Kız, aynı mahallede yaşayan orta halli bir ailenin kızıydı ve o semtin en güzeli ve endamlısıydı. Orta yaşlı adamın kendisiyle evlenmek istediğini duyunca dünyası yıkılmış, aylarca “olmaz, ben bu adamla evlenmem” demesine karşın, anne ve babasının ısrarlarına dayanamayıp sonunda evet demişti. Bu zoraki evlilik, zamanla yoluna girmiş evlendikleri günden bu güne kadar kusursuz bir evlilik tablosu çizmişlerdi.
Güzel kızı, kendisiyle evlenmeye başkalarının yardımıyla güç bela razı ettiğinden karısının üstüne titremiş, bir dediğini iki etmemişti evliliği müddetince. Genç kadın da mutlu görünüyordu. Ölüm, kapılarını çalana kadar hiçbir anlaşmazlıkları, kavgaları olmamıştı. Karısına öylesine aşıktı ki; sanki kendisi Mecnun, o da Leyla idi.
Mezar örtülüp, hocanın duası da bittikten sonra, cenazeye gelenler teker teker başsağlığı dileyip teselli edici şeyler söyleyerek ayrıldılar. Çok yakın iki arkadaşının dışında herkes gitmişti. Yaslı koca mezardan ayrılmak istemiyordu. Hatta bir ara arkadaşına “benide gömseydiniz buraya” diye mırıldanmıştı.
Gitmeden mezarın başında son bir fatıha okumak istedi. Duayı bitiripte elleriyle yüzünü sıvazlamak isterken başını kaldırdığında, gözü, tam karşısındaki bir selvi ağacının gövdesine arkasını dayamış, uzun saçları darmadağın, kafası iki elinin arasında, durmadan ağlayan genç bir delikanlıya takıldı. Delikanlının üzerinde bakışları kilitlendi. Genç adamın hıçkırarak ağladığını farkettiğinde kafasının içinde sorular şimşek gibi çaktı. Soruların cevabını bulmaya çalışıyordu: “Kimdi bu tanıdık sima?, kendisi onu nereden tanıyordu ve karısının ölümü için neden bu kadar perişan etmişti kendini?...” Ayağa kalkıp delikanlıya biraz daha yaklaşınca, hatırlar gibi oldu genç adamı. Onu yatak odalarının penceresinden her baktığında, karşılarındaki apartman dairesinin onlara bakan balkonunda, üstünde sadece bir şortla jimnastik yaparken görüyordu. Tereddüte hiç yer yoktu, bu, zaman zaman kafasunda soru işaretleri ve şüphe yaratan konşu delikanlıydı. Sportif vücudu, pazuları, çenesindeki sakalı ve ensesine kadar inen uzun saçlarıyla karşısında oturmuş ağlıyordu…
Karısının yasını unutup geçmiş günlere doğru daldı gitti: İlkönce kızın ailesine ilk evlenme teklifini götürdüğü günleri geçirdi kafasının içinden. Anası ve babasının ısrarlarına rağmen kız, nasıl ayak diremişti “ben bu adamla evlenmem de evlenmem!..” diye. Evlendikten sonra akşamları eve geldiğinde güzel karısını, çoğu kere, yatak odalarının penceresinin önünde oturuyor bulması ve delikanlıyı da karşı evin balkonunda elindeki ağırlıklarla vücut geliştirme hareketleri yapıyor olması tesadüf müydü acaba?. Zaman zaman Avrupa ülkelerine iş gezisine giderken karısını da götürmek istediğinde, karısının “Yok, istemem şekerim, ben evimi çok seviyorum, ben evimde daha mutluyum” demeleri… Sofrada pür neş’e olupta, yatma zamanı geldiğinde başağrılarının da beraber geldiği geceler… Hepsi, ama hepsi sinema şeridi gibi gözünün önünden aktı geçti.
Herşeyi geç de olsa anlamış, taşlar yerine oturmuştu. O kederler içinde kendini kaybetmiş olan yaslı kocanın yerine bambaşka biri gelmişti sanki. Ağır ağır yürüyerek ağlayan gencin başucunda durdu. Gencin omuzunu eliyle okşar gibi vurarak onu teselli etti, mezarın başında arkadaşının kendisine söylediği sözleri tekrarlıyarak: “Kendini bu kadar kapıp koyuverme delikanlı, metin ol.” Ve ilave etti: “Ben yine evlenirim!..” dedikten sonra, mezarlığın girişindeki arabasına doğru yürürken içinde on dakika evvelki keder yoktu, ama aldatılmış bir kocanın sıkıntısı vardı….
Perşembe, Mart 22, 2007
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder