“YİMEDİK!”
Datca yerel Tarih Grubunu yeni kurmuştuk. Yeni bir girişimin eşiğindeydik, hepimiz heyecanlıydık. Toplantılarımızı Datça’nın köylerinde yapmaya başlamıştık. Palamutbükü’ndeki Nostalji Kahve’de yapacağımız toplantıda grup içinden, arkeolojik bilgisi iyi olan bir arkadaş konuşacak, biz ve köylüler dinleyecektik. Kahve ağzına kadar doldu, konuşmacı karşıdaki masaya oturdu ve başladı Knidos’un ve Datça’nın tarihini anlatmaya. Konuşmacı Datça’ya gelip yerleşeli epey olmuştu ama, henüz Datçalı olmamıştı. Anlattıkça coşmuştu, çünkü, önünde, onu hiç ses çıkarmadan dinleyenler vardı. Ne güzel, kuzu kuzu, sessiz sedasız dinlemekteydik. Ağzı kurumasın diye konuşmacının masasına bir bardak suyla bir duble de rakı gelmişti.
Gerek rakının sıcak bir gündeki etkisi, gerekse konuşmasının cankulağıyla dinleniyor olması sanırımkonuşmacının iyice coşmasına sebep oldu. Sözü, Knidos’un çok eski tarihinden yakın tarihlere getirerek; “1950’li yıllara kadar Datcalıların balık nedir bilmediğini ve o zamana kadar balık yemediklerini” kelimelerin üstüne basa basa söyledi. Bu cümleyi bitirdiğinde dinleyiciler arasında homudanmalar oldu. Dinleyiciler arasından birkaç el kalktı havaya, konuşmacının son tümcesine itirazlar vardı. Kalkan ellerden biri de benim elimdi. Hem de havadaki elimin beş parmağı da açılmıştı. Çünkü; 1940’lı yıllarda, İkinci Dünya Savaşı sürerken ben on iki, on üç yaşlarındaydım ve yaz aylarında Kargı Koyu’nda yaşayan bir akrabada kalıyordum. Kaldığım ev denize iki metre uzaklıktaydı ve zaman zaman evin önüne oturur balık avlardık. Tuttuğum balıklardan kendi istediklerimi seçer, -hergün aynı cins balığı yemek istemezdik- geri kalanları komşulara verirdik.
O günlerde yiyecek kıt olduğundan en kolay bulunan gıda balıktı bizim için. Zaman zaman “yine mi balık yiyeceğiz” diye sofrada sızlandığımı hiç unutmadım…
Yaşadığım o yılları konuşmacının önünde dinleyenlere anlattım.
Benden sonra sözü o köyün muhtarı, Ali Dayı aldı: Karşımızda denize doğru uzanmış kayaları göstererek, 1930’lu yıllarda, orada basit bir oltayla bir sepet balığı nasıl on dakika içinde tuttuğunu anlattı. Daha sonra köyden bir arkadaş, balıkçıların satamadıkları balıkları nasıl tahıl ve sebzeyle değiştiklerini; daha sonra başka birisi, akşam üzerleri limana yatmaya gelen süngercilerin sepetler dolusu balıkları köylülere verip karşılığında onlardan sebze ve meyve aldıklarını anlattı. İtiraz edenlerin sözleri bittiğinde, konuşmacı masayı terketmişti.
Burada demek istediğim şu ki; biz konuşmacıyı dinlemiştik, ama, YEMEMİŞTİK!... (Yanlış anlamayın. Eski yıllarda balık yemiştik; konuşmacının konuşmasını yememiştik.)
Bu olaydan bir yıl sonraydı. Bir cenaze için mezarlıktaydım. Mezarlar arasında dolaşırken gözüme ilginç bir mezar taşı ilişti. Taştaki yazı şöyleydi:
Adı Mehmet, soyadı, “BALIKÇI”.
Doğum tarihi: 1899.
Bu Datcalıyı iyi tanırdım. Kendisi balıkçıydı, soyadı Balıkçı’ydı, takma adı da Balıkçı’ydı. Bizim konuşmacıya verilecek en güzel cevabı mezarlıkta bir mezar taşında bulmuştum. Gittim kalabalık arasından bizim konuşmacıyı iyi tanıyan birini buldum. Getirip mezar taşını göstererek olanları kısaca anlattım ve “git ona söyle,” dedim. “Sadece George E. Bean’in kitabını okuyarak konuşmasın. Biraz da mezar taşlarını okusun.”
George E. Bean 1949 yılında Datça’da arkeolojik araştırmalar yapmıştı. Yanında gene Arkeolog olan, Milaslı zengin bir adamın kızı da vardı. O yıllarda Datça’da elektrik olmadığından, buzdolabı da yoktu. Sıcak yaz aylarında balığı saklamak zordu. Balık denizden çıkınca hemen pişirilip yeniyordu.George E. Bean, bir gün balık yemek istemiş. Kalkmış kasabanın tek lokantasına gelmiş. ”Balık yok” dediklerinde, sanırım canı sıkılmış. Daha sonra bunu notlarının arasına sıkıştırmış: "Datca’da yaşayanlar henüz balığı bilmiyor.” diye…
Demek istediğim; her okuduğumuza ve her duyduğumuza hemen inanmayalım. Sözün kısası: YEMEYELİM… Araştıralım, soruşturalım.
Yarımadaya İstila gibi süren göçün içinden böyleleri de çıkacaktır.
Lokantasında Datça yemekleri yapıp “Datça’ya yemek kültürünü ben getirdim" diyenler gibi… Kendilerini kolony valisi sanıp, yerliyi aborigin görmek isteyenler gibi…
Tekrar ediyorum; bunları dinleyeceğiz ama, YEMEYECEĞİZ!..
Salı, Nisan 03, 2007
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
7 yorum:
Oyle guzel anilar yaziyorsunuz ki, bunlar benim kafamda maalesef "kitaplar, romanlar, hikayeler" bolumune yaziliyor. Yakinda ben bunlarin gercek olduklarini unutacagim, bir hikaye kitabinda okumustum diyecegim!
www.elifsavas.com/blog
seni yine kim(ler) kızdırdı bakayım:))
Merhaba Elif Hanım, sizin gibi değerlerin yourumlarını gördükçe dişe değer bişeyler yaptığıma inanmya başladım. İlk öykü kitabım çıkmak üzere. Kitap yayımlandıktan sonra bu bloga Datça öyküleri de koyacağım. Aslında öykü de değil.Sanki sözlü tarihin öyküleştirilmişi gibi şeyler. Ama ne yaparsakyapalım bir Elif Savas olamayız.
Yorumunuz için teşkkürler..
Yok Şebnem, yeni değil. beş altı yıl önceki olay. Ama arasıra bunlara bişeyler demek lazım. Bu yüzden aylık bir bülten çıkarmayı düşünüyoruz.
Baban eskisi gibi çabuk kızmıyor artık... Ama bi çok şei de yemiyor...
Hoşça kal...
Datca yemek kulturu demissiniz, acaba nedir mesela? Acaba yemeklerinin toparlandigi bir site, bir kitap var mi?
Bir de, bir daha hakkimda oyle seyler yazarsaniz, vallahi yorum yazmayacagim! Ben utaniyorum, sanki kendimden soz ettirmek icin buraya yaziyormusum durumuna dusuyorum.
www.elifsavas,com/blog
Peki Elif Hanım, ben bişey demeyeceğim. Ama, google'ı ne yapacağız.
Datca yemek kültürü hakkında bir kitabı Datca Yerel Tarih Grubu olarak yayıma hazırladık. Bir ay içinde çıkacak, kanımca. içinde benden de bazı yazılar var. Çıktığında size postalayacağım. Bir de öykü kitabımdan tabii.
Ama biz sizin şu "Darbe" filminin peşine düştük, Yerel Tarih Grubu olarak. Nasıl temin edilir. CD leri piyasada var mıdır? Yazar mısınız? Hoşça kalın.
Siz bana kitaplari, ben size DVD'yi, ne dersiniz? Degis tokus olsun.
Bu sefer oyle yapalim, ama baska almak isteyenler de olursa, www.elifsavas.com adresinden Turkce bolumunde satin alma yollari yaziyor. Kitaplar cikinca haber verin, size adresimi vereyim. Filmi nereye yollayacagimi da info@elifsavas.com adresine yazin.
www.elifsavas.com/blog
Yorum Gönder