Pazartesi, Nisan 09, 2007

GULAK VE SÜPER TORUN

Dört masası, topu topu on beş sandalyesiyle küçücük, sevimli bir pastane. Tabelasına “Damak Tadı” yazmışlar ama ben “Sempati” diyorum. Öyle diyesim geliyor. Belki işleten çiftin çok sempatik oluşları bu çağrışımı yapıyor bende. Temiz mi temiz, hertaraf pırıl,pırıl… Kumluk Plajı’na yakın. Datça’da yaşayanlar bilirler. Hani, turizm sezonunda takıcıların sergilerini açtıkları, trafiğe kapalı olan sokakta.
Öğleden evvel oturup, orada bi çay veya kahve içmeyi seviyorum. Ara sıra “Gulak”ı da görürüm orada. Gulak, çalışmadığı için, Eski Datça’da oturmasına karşın, sık sık İskele’ye gezmeye gelir. Pastanenin sahipleri karı-koca, daha önce Eski Datça’da lokanta işletirken tanımışlar onu. Her gelişinde çayını, pastasını ikram ediyorlar ona. Bu Gulak, hani şu Can Yücel’in birkaç şiirinde adı geçen, Gulak… Can Yücel şöyle yazmış:

I

Güneş yanığı dazlak kafasını kaşıyarak
Kahvede deyip durdu Gulak:
O goca memeli gızın goynuna giresen
Göyceğiz gaplıcasına girmiş gader olasın!

II

Bakkal Hasan’ın orda
Gulak daha önce gelmiş dükkâna
Bene bi guru fasule, dedi
Buz dolabından ossun!
Ben de kuru fasulye buz dolabında
Ne arıyor? diye sordum.
Biz şaraba guru fasule deriz, dedi.



VIII

Elli metrodan fazla yürüyene
Dizlerim geriliyor,
Antepli hekim garıya çıktım,
Sen iflah olmassın dedi bana
İlâç da gâr etmez bu derde
Sen bu sancıyla ölene kadar sürünecen
Sen siyaset olmuşun dedi kesti
Ben de ağnamadım nerden bildi
Bizim köpeğe “Demokrat” dediğimi.

İşte, yukarıda şiirlerde adı geçen Gulak bu. Bu sabah pastaneye vardığımda Gulak’ı oturuyor buldum, yalnız başına bir masada. Ben de laflayacak birini arıyorum zaten, Kendi kendime,“bulduk laflayacak adamı,” dedim. Masaya iliştim. Elimdeki kitabı görünce o açtı lafı:
-Kitap mı okuyacan?
-Burada değil, evde okurun, dedim.
-Sen de okurmusun, bazen?
-Yok, ben okuma bilmem.
-Yapma yahu! Bir harf de bilmen mi?
-Hiç bilmem!..
-Peki, hiç öğrenmek istemedin mi?
-Hiç… ne yapaan okuyuk da.
-Allah, Allah! İlginç. Gözüne bazen yazılı bi tabela çarpar veya bi yerde ilgini çeken bi resim görürsün, altında yazı vardır, hiç merak etmez misin, ne yazıyor burada acaba diye? Okuyamadığın zaman bi eksiklik duymaz mısın?
-Yoo. Öyle bişey hiç aklıma gelmedi şindiye gada…
-Harika valla. Bi açıdan bakınca fena bişey değil. Kafan ebür cübürle dolmuyor. Gazete filan okumayınca, bizim canımızı sıkan haberlerden haberin olmuyor... Ama, televizyona bakasın akşamları, değil mi? Hani haberle filan…
-Yok, Nihatcıım, filimle olu, una bakarın, başkasına bakmam. Hani şu hoş filimle olusa, şarkılı şennikli… Bide, Telli Volli, var ya, işte una…
-Tele-Vole mi diyeceksin?
-Her neyse işte o. Ben telli Volli derin.
-Eee! Evde hanımın falan varsa senin tele-Vole’ye bakmana izin verirler mi? Biz dizi izleyeceğiz, demezler mi?
-Desinle… Gumanda bende olu hep. Emme torun olusa bizde, işte o zaman seyredemem.
-Senin torun… Dur bakayım. Mert değil mi? Hani şu mavi gözlü çocuk, biraz hiperaktif gibi.
-Ne aktif gibi, ne?..
-Boşver yahu, hani biraz süper demek istedim.
Süper deyince yüzü güldü, sevindi Gulak. Gülerek:
-Öyle valla… Süper benim torun.
-Biliyorum, Süper! Hani geçen yıl Marmarise Orman işletmesine, Datca’da yangın var diye telefon edip, iki helikopterin taa Marmaris’ten glipte, Datça üzerinde yarım saat tur atmasına sebep olan çocuklardan biri Mert değilmiydi?
-Bak bilikdurusun. O haydutların başıdır, Mert.
-Bilmezmiyim. Dadyader olarak eski Datça’daki çocuklarla haşır neşiriz.. Bazen tiyatro bile yapıyor Eski Datça’nın o süper! çocukları,
-Hayatı tiyaturu bizimkinin, valla... (gülerek) Geçen yıl dayısından harçlık istemiş. Dayısı harçlık vememiş. Gitmiş evinin camlarını indirmiş… Bakdım, dayısı gelikgeli, yakınık duruyo. Yakalarsam eşek sudan gelene gadan dövecen deyikduru. Bi dokan da Göreen seni, neden vemedin bi kaç guruş çocuğa, dedim. Vemem, bööle çocuğa, dedi. Ben de dedim, vemezsen bööle olu işte, camcıya verisin harçlığı gayri…
Bunları anlatrken çok mutlu görünüyordu. Gulak’a göre torunu, yaptığı haydutluklarla vardı. Mert’in yaptığı bu gibi şeyleri anlatırken mutluluğunu görebiliyordum. Hemen başka bir eşkiyalığını anlatmaya başladı Mert’in:
-Gene geçen yıldı. Öbür dedesine gitmiş, para istemiş. Dedesi yok para demiş. Mert de gitmiş, dedesinin tarlada bağlı olan eşeğini bulmuş ve eşeğin urganını, paldumunu, yularını hep kesmiş. Ertesi günü dedesi öğrenmiş bunu Mert’in yaptığını. Baktım o da gelik geli, bene şikayet edikduru. Dedim, veseydin çocuğa bikaç kuruş. Vememişin, tabii kese ipini yularını… Dua et, eşeği kesmemiş… İşte Nihatçıım bööle benim torun. Sen ne demiştin başda?
-Süper demiştim ya.
-Yok, yok! İlk gonuşmanın başında. Eper mi, tiper mi ne dedin?
-Ha, Hiper aktif demiştim
-Hah işte u dediinden bu çocuk. Maşallahı va…
-İyi ama burnu devamlı akıyor. Bi de o şeyi olmasa. Hatta geçen yıl tiyatro yapan çocuklarla, Nasyonel Coğrafik Dergisi bi görüşme yapmıştı. Çocuklardan biri, “biz mevsimleri Mert’in burnundan biliyoruz.” demişti. Mert’in burnunda sümük görününce Ekim, yarıya kadar uzarsa Kasım, ağzına kadar gelirse Şubat ayıdır . Sonra gene ağzından yukarı biraz çekilirse Mart, hiç görünmezse Mayıs ayıdır deyip bizi güldürmüştü…
-Unu deyen çocuk kendine baksın, arkadaş! O kadar gusur gadı gızında da va…

Bi şiir de ben yazsam mı, Gulak için acaba?..


-

3 yorum:

Adsız dedi ki...

Gulak'in torunda hiperlik mi var, superlik mi var, bilmem ama super sumuk oldugu kesin! :o)

www.elifsavas.com/blog

Alp ve Ege'nin Annesi dedi ki...

Yazilarinizi severek okuyorum Nihat Bey. Biz de sonradan Datcali olduk ve cok seviyoruz oralari. Sayenizde özlem gideriyoruz yazilarinizla..
Saygilar..

meltemsem dedi ki...

Hiperdir o hiper süper kelimesi kesmez bu anlattıklarını:))