Cuma, Nisan 13, 2007

Eski Datça'da Bir Deyim ve Öyküsü

Belenköy'e giden yolda geven yüklenmiş bir kadınımız.


“SOLAKLAR’IN ÇAPASI”


Hemen hemen her evin avlusunun bir kenarında az çok, güzelce istiflenmiş, bilek kalınlığında veya kalın ağaç gövdelerinden yarılmış yarma meşe odunları olurdu. Bunlar soğuk günlerde evi ısıtmak ve yemek pişirmek için kullanılırdı. Bu tür odunlar evin erkeği veya varsa genç oğlu tarafından yapılırdı. Başka bir köşede kuru, ince ağaç dallarından yapılmış odun yığını bulunurdu. Buna “yalankı denir, daha çok evin kadını tarafından tarlalardan veya dağlardan toplanıp getirilirdi. Bu yalankıların yanındaki yığın ise geven[1] yığınıdır. Yalankı dediğimiz odun çok çabuk tutuşup iyi alevi olduğundan acil pişirmelerde kullanılırdı; örneğin, evin kadını sabahleyin acele olarak tepitme[2] yapmak isterse bu yalankıları gevenin küçük bir dalıyla tutuşturur, bir dakikada ocaktaki ateş, herhangi bişeyi pişirmeye hazır olur. Geven dediğimiz bu tutuşturucu da gene evin kadınları tarafından köye yakın yerlerden, mesela Eski Datca’da Çamlı Belen’den kazılırdı. Çoğunlukla dul kalmış kadınları görürdük, sırtlarında yalankı veya gevenle , iki büklüm olmuş, yorgun fakat yüzüne vurmuş mutluluğuyla evine doğru giden daracık Datça sokaklarını adımlarken. Bu yalankı veya geven getirme işi onlar için bir kıra çıkma, nefes alma fırsatı veya bir kır gezisi bahanesi olurdu. Kocası olan bir çok kadın da geven veya yalankı yapmaya kendisi gider bu işi kocasına yük etmezdi.
Yalankı yapmada kesici bişey kullanmaya gerek yoktur, ince, kuru dallar elle kırılarak yapılır. Geven dikenli olduğundan mutlaka bir çapayla kopartılırdı yerden. İşte o eski günlerde Eski Datça’nın yukarı mahallesinde oturan bir karı koca, bu karı kocanın, kocası askerde olan bir de gelinleri vardı. O zamanlar soyadı kullanılmadığından her ailenin bir lakabı, yani takma adı olurdu. Bu aileye de “Solaklar” denirdi. Hiç sanmam ki bunlara rastgele “Solaklar” denmiş olsun. Mutlaka geçmişte soylarından biri solak idiyse millet ne desin? Zaten herkes bir takma ad alınca ortalıkta bolca takma ad kalmıyormuş o zamanlar. Salaklar diyecek halleri yok ya. Takma ad üreten bir fabrika da yok ki alıp takacaksın adama…
Solakların komşusu olan Hacı Amad’ın karısı bi gün gevene gidecek oldu. Geveni sırtına bağlayacak ipi yerinde buldu ama, ara tara çapayı bi türlü bulamıyordu. Çapayı kocasının tarlaya götürmüş olabileceğini düşünerek, aramaktan vazgeçti. Eh! Gider komşulardan isterim bi çapa diyerek Solaklar’a geldi. Solaklar, karı koca tarlaya çalışmaya gitmişlerdi. Evde gelinleri Dudu vardı. Dudu’ya kendi çapalarını bulamadığını söyledi ve onların çapasını istedi. Solakların gelini hiç tereddüt etmedi.
“Komşu komşuya her zaman muhtaç, neye vermeyeyim” diyerek ıvır zıvırın bulunduğu, evin bitişiğindeki dama girdi. Elinde bi çapayla çıktı ve bekleyen komşusu Raziye kadına vererirken,
“Hadi gomşu, golay gelsin sene” dedi. Komşu kadın Raziye, ipi doladı beline, güzelim kazmayı aldı eline, yollandı Çamlı Belen’e. Daha önceleri de gittiğinden iyi gevenin nerelerde olduğunu bilirdi.
Gevenlerin içine girip de ilk kazmayı vurduğunda farkına vardı Solaklar’ın çapasının ne kadar iyi olduğunu. köküne dokunur dokunmaz kesip alıyordu koca köklü gevenleri. Bi solukta yaptı bir sırt yükü geveni. Eve gelip yükünü indirir indirmez götürdü verdi çapayı Solaklar’a. Solaklar’ın gelini Dudu, aldı çapayı koydu nereden aldıysa daha önceki yerine.
Fakat komşu kadın Raziye’nin dili durur mu? Nerede geven lafı edilirse hemen başlıyordu anlatmaya Solaklar’ın çapasını. Yok, öyle kesermiş ki geveni, hiç vurmaya hacet yokmuş. Yok, bi sırt yükü geveni iki solukta yapıvermiş de, böyle iyi çapa hiç görmemiş de… Çapanın ününü duyan konu komşu merak eder oldu Solaklar’ın çapasını. Ne zaman geven kazmaya gideceklerse başladılar Solaklar’ın çapasını istemeye. Konuşuldukça Eski Datça’ya yayıldı Solaklar’ın çapasının ünü.(Pardon. O zaman Eski Datça denmezdi ki oraya. Dadya denirdi. Çünkü Datça’nın yenisi yoktu henüz.) Karı koca Solaklar hep tarlada olduklarından gelinleri Dudu, severek veriyordu çapayı isteyene. Çapanın ünü yayıldıkça Dudu’nun hoşuna gidiyor ve tereddüt bile etmiyordu vermek için. Zaman zaman çapa evde olmuyor, geri çevirdiği komşu kadına; “öğleden sona gel, çapa gelirse alırsın” diyordu.
Bir kış günüydü, yağmur püsen püsen aralıksız yağıyordu. Solaklar karı koca o gün tarlaya gitmediler. Evin adamı Osman boş durmayı sevmezdi. Çoktandır aklındaydı; evin avlusunda duran kocaman meşe kütüğünden sürgü yapacaktı. Tam havası diye düşündü. Evin bitişiğindeki dama girerek baltasını aramaya başladı. Yıllardır hep yerinde bulduğu baltayı bulamıyordu. Öfkelenerek bağırdı gelinine:
-Gız Iraziye! Burada bi baltamız olacaktı, yok ortalıkta, hangi ceenneme godun baltayı?..
Gelin, koşarak geldi sundurmanın kapısına kadar ve sordu:
-Hangi baltayı sorukdurusun buba? Orada balta yoktu, bi çapa vardı, unu da gomşula durmadan alıkduru, eve geldiğimi va bizim çapanın. Öyle metediyorla ki…
-Aahh benim aptal gelinim, o senin eve gelmiyor dediin çapa deel, baltaydı o balta! Ne de güzel bilemiştim ben unu. Git kim aldıysa kap da gel, hadi çabuk ol!
Osman hâla bilmiyordu baltasının geven kazmada kullanıldığını. Baltayı ödünç alanların ağaç yontmak için aldıklarını sanıyordu. Biraz sonra balta elinde avlu kapısından içeri girdi Raziye gelin. Osman baltayı adeta kaptı gelinin elinden ve dikkatlice bakmaya başladı baltanın ağzına. İlk bakışta farkına varıp bastı feryadı:
-Gız ne bu baltanın hali? Ne yapmışla bunuynan? Bunun ağzı bizim çapadan da kötü olmuşa…
Gelin saf saf sormaya başladı.
-Bu bizim çapa değil miydi, buba?
Ahh benim salak gelinim, ahh! Solakların Salak gelini mi desem ben sene… diye yakınmaya başladı Solaklar’ın Osman.

İşte o günlerden beri Datça’da hangi alet ödünç alınarak elden ele dolaşırsa ona “Solakların çapası gibi” derler. Bir de, hangi balta körelmiş, kesmezse ona da, “Solakların baltasına dönmüş” derler…

Bugün artık “Solaklar’ın Çapası” deyimi olsun, geven kazma, yalankı toplama gibi şeyler unutulmaya yüz tutmuş olmasına karşın, yukarıda resimde gördüğünüz gibi köylerde hâla geven ve yalankı yapma işi devam ediyor.
[1] Dağlarda veya tepelerde diz boyu büyüyen dikenli bir çalı. Çabuk tutuşduğundan ocakta ateşi başlatmada kullanılır. Burada “geven” dedim ama Datca’da ona “kefen” derlerdi.
[2] Tepitme: Günlük olarak sac üzerinde yapılan, yufkaya benzer bir ekmek.

4 yorum:

Alp ve Ege'nin Annesi dedi ki...

Iraziye: Ben Karabuk'luyum bizim oralarda da R ile baslayan bazi isimlerin basina vokal getirilirdi. Ben cok sonradan cözmustum Ürfet Eniste'nin Rifat Eniste oldugunu...

Adsız dedi ki...

Bu aile hala var mi?

Butun bunlari hic masadan kalkmadan yazmak lazim! Unutulurlar diye odum kopuyor. Unutulmazlar degil mi? Hepsinin yazili olmasi lazim. :o)

www.elifsavas.com/blog

Nihat Akkaraca dedi ki...

Evet, Alp & Ege'nin Annesi, bizde de vardı bir Ürfet, ama. daha sonraları öğrendim gerçek adının Rifat olduğunu. Htta R harfini de "L" ile değiştirmişler, "Ülfet" demişlerdi. Hoş bir öyküsü var, bu adın. Belki bu akşam korum bloğuma. Bizde de Karabük'teki gibi galiba bazı adların başına "I" veya "İ" harfini getiriyorlar.
Resmiye: İresmiye
Raziye : Iraziye
Rabiye : Irabiy
Rauf : Irauf gibi.
Rengisefa adında bir kadın vardı. Adı çok hoşuma giderdi. Onu da, İrengisefa diye teleffuz ederlerdi.

Nihat Akkaraca dedi ki...

Yok Elif, o anlattığım yıllar çok eski. Artık yoklar. Tabii bu anıları kayıt altına almaya çalışmaktayım. Birçoğu yazıya dökülmüş, ama, iyi bir yazılım değil, yeniden yazılacak. Bir kısmı ses kaydı olarak bilgisayarımda ve CD lerde. Dinlemeye ve kayıt eltına almaya devam ediyorum. Basit olaylar da olsalar geçmişimize azıcık ışık tutuyorlar...