Cuma, Kasım 30, 2007

BUKALEMON

Haydi, Chehov'dan bir öykü okuyalım.


BUKALEMUN

A. ÇEHOV
Polis Şefi Oçumelov sırtında yeni paltosu ve elinde içi dolu bir mendil olduğu halde Pazar yerinden geçiyordu. Onu, başkalarından gaspedilmiş bektaşi üzümü ile tepeleme dolu bir sele taşıyan kızıl saçlı bir polis izliyordu. Ortalık sessizdi… Meydanda kimsecikler yoktu. Dükkanların ve meyhanelerin açık kapıları birer aç ağız gibi bezgince bakıyordu dışarıya. Dilenci bile yoktu bu kapıların önlerinde.
Oçumelov birdenbire bir ses duydu.:
“Isırırsın demek ha, melun! Bırakmayın onu, heey, ahali! Bu devirde adam ısırılmaz! Tutun! A…a!”
Bir köpek ciyaklaması işitildi. Oçumelov sesin geldiği yere baktı. Tüccar Piçugin’in odun deposundan dışarıya doğru, üç ayağı üzerinde sıçrayarak ve korkuyla etrafına bakınarak koşan bir köpek gördü. Köpeğin peşinde, sırtında kolalı bir basma gömlek ve düğmeleri açık bir yelek olan bir adam koşuyordu. Adam tüm gövdesiyle öne doğru atladı, yere düşerken köpeğin arka bacaklarından yakaladı. Köpek yine ciyakladı. Etraftan “bırakma” diye bağırıyorlardı. Dükkânların kapılarında uykulu yüzler belirmeye başladı. Odun deposunun önünde çok geçmeden kalabalık toplanmıştı.
Polis:
“Galiba bir vukuat var, efendim!” dedi.
Oçumelov sola doğru yarım çark ederek, adımlarını kalabalığa doğru çevirdi. Tam depo kapısının önünde yukarıda sözünü ettiğimiz önü açık yelekli adamı gördü. Adam, sağ elini havaya kaldırmış, kanlı parmağını kalabalığa gösteriyordu. Yarı sarhoş yüzünde adeta “derini yüzeceğim senin, deyyus!” der gibi bir ifade vardı. Havadaki parmağı ise sanki bir zafer işaretiydi.
Oçumelov adamı tanımıştı. Kuyumcu ustası Hryukin’di bu. Olayın suçlusu, kalabalığın orta yerinde ön ayakları açık halde gövdesiyle titreyerek oturuyordu. Sivri suratlı, beyaz renkli, sırtında sarı lekeler olan bir tazı yavrusuydu bu. Hayvancağızın yaşlı gözlerinden üzüntü ve korku okunuyordu.
Kalabalığı yarıp giden Oçumelov:
“Ne var burada? Niçin buradasınız? Senin parmağına ne olmuş? Kimdi bağıran?” diye sordu.
Hryukin, yumruğunu ağzına götürerek öksürdü ve:
“Yoluma gidiyordum, efendim, hiç kimseyi incitmeksizin,” diye anlatmaya başladı. “Mitriy Mitriç’le odun işini konuşacaktık. Durup dururken bu alçak parmağımı kaptı. Beni mazur görün, ben çalışan bir adamım… İnce bir işle uğraşırım. Bu parmağımı belki bir hafta kımıldatamıyacağım. Zararımı ödesinler… Hayvanlar yüzünden zarara uğramak yasalarda da yoktur, efendim… Eğer her köpek her önüne geleni ısıracaksa, bu dünyada hiç yaşamayalım daha iyi…”
Oçumelov, kaşlarını oynattı, öksürdü ve sertçe:
“Hımm!.. Anlaşıldı… Kimin köpeği?” diye konuşmaya başladı. “Bunun peşini bırakmayacağım. Köpeklerin nasıl başı boş bırakılacağını göstereceğim size! Kararlara boyun eğmek istemeyen bu gibi beylerle ilgilenmenin zamanı geldi artık! O namussuzu öyle bir cezalandıracağım ki, köpeğin ve diğer başı boş hayvanların ne demek olduğunu öğrenecek! Ona dünyanın kaç bucak olduğunu göstereceğim.
Oçumelov polis memuruna dönerek:
“Yeldirin, bu köpeğin kime ait olduğunu öğren, tutanak düzenle! Köpeğin de yok edilmesi gerek, hemen! Gecikmeksizin! Kuduzdur muhakkak… Soruyorum, kimindir bu köpek?”
Kalabalığın arasından birisi:
“Galiba General Jigalov’un köpeği,” dedi.
“General Jigalov’un mu? Hım!.. Paltomu çıkar, Yeldirin… Ne korkunç bir sıcak böyle. Yağmur yağacak galiba…”
Hyrukin’e dönerek:
“Yalnız bir şeyi anlamıyorum: Bu köpek seni nasıl ısırabildi? Parmağına nasıl yetişebildi? Köpek küçücük, sense böyle kocaman iri! Mutlaka parmağını bir çiviye iliştirip kanatmışsındır, sonra da bu ısırma yalanını uydurmuşsundur. Sizi gidi… Malum halk! Siz melunları çok iyi tanırım ben!”
“Efendim, o, komiklik olsun diye elindeki sigarayı köpeğin yüzüne yaklaştırıp onu kızdırıyordu. Köpek de aptal değil ya, birden ısırıverdi… şirretin biridir, efendim!”
“Yalan söylüyorsun, şaşı göz! Bir şey görmedin, neden yalan söylüyorsun? Efendimiz polis şefi zeki adamdır, kimin yalan söylediğini, kimin Tanrının huzurunda imiş gibi vicdanı ile hareket ettiğini anlar… Eğer yalan söylüyorsam, bırakınız sulh mahkemesi yargılasın beni. Yargıcın yasasında yazılı… Bugün herkes eşit… Benim öz kardeşim de jandarmadır… Eğer tanımak isterseniz…”
“Kes sesini.”
Polis memuru ciddi bir ifade takınarak:
“Bu, generalin değil,” dedi… “Generalin böyle bir köpeği yok. Onunkiler daha çok av köpekleridir.”
“Bundan emin misin?”
“Evet, efendim.”
“Ben de biliyordum, zaten. Generalin köpekleri pahalı, cins köpeklerdir. Bu ise, şeytan bilir neyin nesidir! Ne tüyü var, ne alımı. Sadece rezilin biri. Böyle bir köpeği köpek diye saklamak, ha? Aklınız yok mu hiç? Böyle bir köpek Petersburg’da, Moskova’da görülseydi, ne olurdu, bilir misiniz? Yasaya falan bakmazlar, hemen oracıkta gebertirlerdi. Sen, Hryukin, mağdursun, bu işin peşini bırakma… Ders vermeli! Vaktidir!”
Polis memuru sesli düşünür gibi söylendi:
“Belki de generalindir, efendim. Suratında yazılı değil ki…Geçenlerde onun kapısında böyle bir köpek görmüştüm.”
Kalabalıktan bir ses:
“Evet, generalindir,” dedi.
“Hımm!.. Paltomu giymeme yardım et, kardeşim Yeldirin. Rüzgar… Üşüyorum… Bu köpeği generale götür, orada öğren. Benim bulduğumu ve gönderdiğimi söyle… Sokağa bırakmamalarını da söyle. Değerli bir köpek olabilir. Eğer her domuz onun burnuna sigarası ile dokunacak olursa bozulur hayvancağız. Köpek nazik yaratıktır…. Sen de indir şu parmağını, odun herif. Pis parmağını ne diye gösterip duruyorsun! Kendinde kabahat.”
“Generalin ahçısı geliyor, ona soralım… Hey, Prohor! Birazcık geliversene buraya, cancağızım. Şu köpeğe bir bak… Sizin mi?”
Ne diyorsunuz! Bizde böyle köpekler asla bulunmaz.”
Oçumelov:
“Uzun boylu araştıracak bir şey kalmadı,.” Dedi. “Bu köpek başıboş! Lafı uzatmaya gerek yok. Eğer ben, bu başıboş bir köpektir diyorsam, başıboş köpektir… Öldürülecek, o kadar.”
Prohor:
“Bu bizim değil,” diye devam etti. “Generalin kardeşinindir.” Geçenlerde geldi. General tazılara meraklı değildir. Kardeşi meraklıdır.”
Oçumelov:
“Yoksa generalin kardeşi mi geldi? Viladimir İvaniç, ha?” diye sordu. Tüm yüzü sevecenlik dolu bir gülünsene ile kaplanmıştı.
“İşe bak sen, Yarabbi! Bilmiyordum! Misafirliğe mi geldi?”
“Evet, misafirliğe.”
“İşe bak sen… kardeşini özlemişti general… Benim ise haberim bile yok! Onun köpeği demek bu? Çok memnun oldum buna… Al onu… Köpekçik, sevimli şey… Nasıl da çevik… Şunun parmağını ısırmış! Ha, ha, ha… Ne var titreyecek? Hırrr… hırr… kızıyor kerata… Seni yaramaz…”
Prahor köpeği çağırdı. Onunla birlikte odun deposunun önünden uzaklaştı…. Kalabalık hryukin’e kahkahayla gülüyordu.
Hryukin:
“Benden daha çekeceğin var!...” diye tehdit eden Oçumelov paltosuna büründü ve Pazar yerinden geçip yoluna devam etti.

2 yorum:

Ayşegül Taştaban Erzincanoğlu/ Behçet dedi ki...

Biz bu tiplere bukalemon yerine dansöz diyoruz değil mi?..

Nihat Akkaraca dedi ki...

Evet, Ayşegül, "Dansöz" dah çok yakışıyor bu gibi tiplere. Ne varki Çehov'un yaşadığı devirlerde Rusya'da dansöz olmadığından, ne desin adam, Bukalemon demiş, kestirmeden.