Cumartesi, Mart 29, 2008

YAK FENERİ, KAMER...

Aşağıdaki yazı 902 kelimelik bir öykünün kısaltılmışıdır. 902 kelimeden 429 kelimeye kadar düşürebildim...

Datça Yarımadası’nda Eski Datçalılar’ın Burgaz’a, Reşadiyeliler’in Çayıriçi’ne, Kızlanlılar’ın Kızlan Ovası’na, Karaköylüler’in Güzne’ye, Batırlılar’ın Pustular’a yazlık için üç aylığına göçtükleri yıllardı o yıllar. Kimisi incirlerini toplamak için, kimisi tütünde çalışmak için, kimisi bahçe yapmak için göçerlerdi. Göçmeden önce çam serenleri, kargılar ve mersin çalıları kullanılarak çok düzgün, iki odalı çardaklar kurulur, yaz sonunda köye göçtüklerinde çardaklar bozulur, çardak malzemesi gelecek yıl için bir yerlerde saklanırdı. Her çardak bir tarlanın içinde olduğundan çardakların arasına bazen kocaman tarlalar girerdi. Komşuluklar mesafe olarak uzaktı ama duygusal olarak çok çok yakın, sanki içli dışlı yaşanıyormuş gibiydi. Yediden yetmişe herkes gün doğumundan gün batımına kadar çalıştığından akşam karanlığından önce yemek yenmiş olur, biraz geç yemek yiyen aileler yadırganır konuşulurdu, yemeği karanlığa birakıyorlar diye. Aydınlanmak için gemici fenerleri kullanılırdı. Çünkü çardaklarda gaz lambası kullanmak tehlikeliydi. Rüzgar ya devirir ya da söndürebilirdi. Geceleri karanlıkta tarlada yürümek zor ve tehlikeli olduğundan, komşu ziyaretlerine hep elde bir fenerle gidilirdi.
Herkes gibi Halit Efendiler de o yaz çayıriçi’ndeki bahçelerine göçmüşlerdi. Halit efendi sabahları Reşadiye’ye dükkanına gidiyor akşamüstü dönüyordu. Eşi Kamer Hanım bahçeyle vakit geçirirdi gündüzleri. Akşam yemeklerini yedikten sonra ya onlar komşularına gider biraz oturur sohbet ederler, ya da komşuları onlada toplanırdı.
Halit Efendi Datçalı değildi. Dışarıdan memur olarak gelmiş, batırlı Cemal Ağa’nın beş kızından biri olan Kamer Hanım’la evlenmiş, emekli olunca da Datça’da kalmıştı.
Halit Efendi’nin kendini yorgun hissettiği bir akşamdı. İçtiği iki kadeh rakının rehavetiyle oturduğu yerden azıcık kestirse harika bişey olacaktı Tam bunu düşünürken tarlalarının kenarından çardağa doğru yaklaşan sarımtırak ışıktan anladı komşularından birinin misafirliğe geldiğini. Çardağa yaklaşınca, “Biz geliyoruz komşu.” Dediğinde sesinden anladı gelenlerin komşuları Yaylalılar olduğunu. Gönülsüz de olsa kalkıp güler yüzle karşıladı misafirlerini. Halit Efendi gerçekten efendi bir adamdı. Kamer Hanım da tam anlamıyla hanım…
Biz Datçalılar “Hoş geldin, nasılsın” sohbetini epey uzatırız. Nasılsın sorusundan sonra keyfin nasıl? Diye sorulur, sonra çocuklara ve hatta keyifleri nasıl diye teker teker sorulur. O akşam da öyle oldu. Bu karşılama sohbetinden sonra o zamanın önemli konusu olan “Alaman Harbi” sohbetine geçildi. Halit Efendi gündüzleri Reşadiye’de bulunduğundan gazete okur, radyo dinler haberi olurdu havadislerden. Alaman harbi sohbetinin arkasından tarla tokat işleri konuşuldu, azıcık da dedikodu derken Halit Efendi’nin gözleri kapanmaya başladı. Yaylalı’nın sorularına kısa kısa cevaplar veriyor, belki yarınki işini hatırlarsa kalkar giderler diye, ertesi günü neler yapacaklarını sordu bir ara:
-Yarın tütün kırma işiniz var mı?
-Olmaz olu mu ya, yarın, devrisi gün tütüne devam… dedi yaylalı.

Halit Efendi esneyerek:
-Öyle mi? Tütün işi de zordur hani. Sabah karanlığıyla kalkıp tarlaya gitmek kolay olmasa gerek… Hani neredeyse, erken kalkacaksanız, erken yatın. diyecek Halit Efendi. Ama pek aldıran yoktu. Yaylalı konuşmak üzere ağzını her açışında sanki: “Hadi Fatma, yak feneri gidelim” diyecekmiş gibi geliyordu ev sahibine. Fakat nerdeee… Umurunda değildi misafirin.
Kamer Hanım’ında uykusu gelmiş, açılsın diye çardağın önündeki bulaşıklıkta kahve fincanlarını yıkamaya başlamıştı. Halit Efendi artık dayanamadı, Kamer Hanım’a seslendi:
“Kamer, yak şu bizim feneri bakalım! Bunların kalkıp gideceği yok, biz bari gidelim, deyiverdi Hemen ardından yandı Yaylalıların feneri. Daha onlar çardaklarına varmadan söndürdü Halit Efendiler fenerlerini, sabah güneşi çardağın içini aydınlatana dek sürecek uykularına daldılar. Çayıriçi, geceyi arasıra havlayan bir kaç köpeğin sesine ve kurbağa vırraklamasına bırakıp ertesi gün doğacak güneşi beklemeye başladı...

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Cok cok eskiden yesil bir vadinin icinde bir irmak kiyisinda kurulu bir köy varmis dunyada,
taa dunyanin obur ucunda. Cok eski dedik ya, o zamanlar gündüzleri pek günesli gecermis,
yagmur yagmadikca; geceleri hep yildizli olurmus, bulutlar olmadikca. Köy sakinleri
tarimla ugrasirlarmis, hayvanlar avlarlarmis ucsuz bucaksiz arazilerinden,
sularini kaynagi cok uzakta olan, köylerinin icinden gecen, irmaktan alirlarmis.
Köyde herkes birbirini sever, sayarmis.Köyde bir tek kisinin kalbinde oyle büyük
bir sevgi varmis kibütün köyünküne bedelmis; Dolunun Intera'ya olan askiymis bu.
Kiz Dolun'u bilirmiste tanimazmis yakindan. Dolun dayanamamis bir gün gitmis kizin yanina
Sormus Intera'ya onunla evlenip evlenmeyecegini. Intera demis ki Doluna :
"Evlenirim evlenmeye ama benim isteyenim coktur, her gelen kisiden ayni seyi ister benim babam.
Ancak babamin bu istegini yerine getiren benimle evlenir." Dolun sasmis
"Sensin benim kalbimim sahibi" diyerek baslamis sözüne
"senin dilegin benim icin bir emirdir, söyle istegini hemen yapayim"demis askina
Intera demis ki "Bir cicek vardir yapraklari gumusten tomurcuklari elmastan,
onu ister babam benle evlenecekten". Dolun "Bekle beni" demis Intera'ya,
"hemen gidip getireyim o cicegi ama nerededir yeri?" Intera parmagiyla gostermis akan irmagi
"Iste bu irmagin kaynagindadir der babam, kirk gun yürümek gerekirmis oraya varmak icin
ama bir giden bir daha gelmedi simdiyedek cünkü oralar büyülüymüs derler, giden geri
gelmezmis cunku buralardan cok daha guzelmis oralar. Dolun senden daha guzel
ne olabilir ki bu dunyada" demis Intera'ya "Dönecegim, o cicekle, dönecegim
cünkü seviyorum seni, cünkü sensiz anlami olmaz benim icin o güzelligin"
Dolun cikmis yola sonra. Kirk gün yurumus irmagin yanindan.
Hep ne kadar sevdigini düsünmüs Intera'yi yol boyunca. Tek aklindaki Intera'ymis,
tek amaci ise o cicek. Kirkinci gün kalkmis Dolun sabah erkenden, yüzünü yikamis irmaktan,
anlamis ki cok yaklasmis kaynagina irmagin suyun serinliginden. Devam etmis yoluna sonra.
Biraz sonra varmis kaynaga, bütün yesilliklerle cevrili bir göl varmis kaynakta,
gölün ortasinda bir adacik, adacigin üstünde de o cicek duruyormus.
Anlamis Intera'nin anlattigi cicek oldugunu güzelliginden. Yüzmeye baslamis
adaya dogru hemen. Adaya cikinca karsisinda bir adam belirmis Dolun'un.
Adam Doluna "Her gülün bir dikeni, koruyucusu, oldugu gibi bende bu cicegin
koruyucusuyum, eger almaya geldiysen ben, Salut, izin vermem buna" demis.
Dolun saskin vede kararli bir tonla "Ben o cicegi alacagim sonra askima kavusacagim"
demis"Hic bir sey beni kararimdan ceviremez". "O zaman beni biraz dinleyeceksin"
demis Salut "sana neden koparmaman gerektigini anlatacagim, eger hala ikna olmazsan
o zaman izin veririm almana". Dolun ikna olmus ve cokmus yoncalarin üstüne,
baslamis dinlemeye... "Eger bir seyi cok fazla istersen ve engelin yoksa önünde onu alirsin,
hayatta böyledir, insan engelleri asarsa yasamina devam edebilir.
Bu cicekte sadece yasam icin bir seyler yapacaksan engelleri kaldirir önünden
cunku onunda bir gorevi var, bu cicek sadece 28 gecede bir acar yapraklarini ve
doker parlayan tohumlarini göle, bu sayede buradaki sular yukselir ve irmaktan tasar
gider zamanla. Bu irmak sayesinde yasar bu dogadaki yesillikler, insanlar, hayvanlar."
demis Salut. Dolun baslamis düsünmeye, eger cicegi koparirsa kavusacaktir sevdigine
ama kuruyacaktir irmaklari bunun yaninda. Sonunda cicegin basina coker kalir Dolun.
Gumus yapraklarinda kendini gorur Dolun cicegin. Yaninda Intera vardir ama
niye mutsuzdur ikiside. Aslinda kalbindeki tek endiseyi gorur Dolun. Zaman gectikce
Dolun'un dusunceleri yogunlasir kafasinda. Mutsuzlugunu düsünür,
ciceksiz Intera'siz bir yasam dusunur. Koparamaz cicegi gunlerce. Dolun artik
yasamaktan zevk almaz sekilde sadece askini düsünerek beklemeye baslar olacaklari.
Bir gece cicek tohumlarini birakirken göle bir tomurcukta Dolun' un sertlesmis kalbinin
üstüne dusmus, aniden Dolun kalbindeki askinin buyuklugu kadar kocaman bir tasa donmus,
tas o kadar büyükmüs ki dunyaya sigmamis gokyuzune yukselmis ve Dünya'yla dönmeye baslamis.
Boylece Ay olmus Dolun'un kalbi Dunya'ya. O gunden sonra sadece 28 gecede bir göstermis
Dolun kalbinin tum yüzünü, askinin bütün pariltisini digerlerine;
sadece o geceler aydinlatmis Dünya'yi, ayni cicek gibi...

Adsız dedi ki...

Merhaba isimsiz okurum!

Yahu bu yorum-Öykü biraz uzun değil mi?